tag:blogger.com,1999:blog-373406582024-03-07T11:50:31.310+03:00ETEĞİMDEKİ TAŞLARIlgaz Gürseshttp://www.blogger.com/profile/15862374864368768145noreply@blogger.comBlogger43125tag:blogger.com,1999:blog-37340658.post-67815641162650029362009-01-21T09:53:00.004+02:002009-01-21T11:11:57.779+02:00vaziyetlerKuzunun uyku karnesi düzelmeye başlamıştı aslında. Son iki haftaya kadar yeni bakıcımız (yeni bir bakıcımız var artık) gündüz gayet güzel uyutuyor, gece de ben yatağına uyanık yatırıyordum, o da yatakta biraz debelenip uyuyodu. Gece de en fazla iki kere uyanıp saat 6'ya kadar güzelce uyuyordu. Ta ki 6. hastalık denen hastalığa yakalanana kadar. Herhalde gittiğimiz oyun grubundan kaptı, 3 gün 38'den aşağı indiremedik ateşini. Şuruplar, sık sık ılık duşlar filan kar etmedi. Neyse ki 4. günde bitti. Geceleri ateşten doğru dürüst uyuyamayınca ve ateş de çok yorduğundan sonrasındaki 3-4 gün uyudu da uyudu. Öyle çok uyudu ki (tabii onun standartlarına göre) artık hiç uyumuyor. Dişler de biraz kabarmş, belki de ondandır.<div><br /></div><div>Bu arada çocuk doktorunun ulaşılabilir olmasının ne kadar öemli olduğunu anlamış bulunuyorum. En son methini duyup meşhur bir profesöre götürmüştüm kuzuyu. Adam gerçekten ilgili ve bilgiliymiş. Gel gör ki bu ateş zamanında mümkün değil ulaşamadım. Cep telefonu da sekreterinde, kadını her aradığımda "biz size döncez" deyip durdu. Artık sonucusuda "zahmet etme canım" deyip yüzüne kapattım.</div><div><br /></div><div>Eski bakıcıya daha fazla tahammül edemeyeceğimi anlayınca onu kibarca yollayıp tekrar ajansın yolunu tuttum; ilk seferinde görüştüğüm adaylardan biri hala boştaymış. Ben de bir deneyeyim dedim. Tahtalara vurayım şimdilik çok memnunum. Bu arada bir de bir günlük bir Natalya maceramız da oldu, onu da arz edeyim yeri gelmişken. Efendim, bizimkilerin bir tanıdıklarının bir tanıdıklarının oğlunun Rus nişanlısı iş arıyormuş. Memleketinden psikoloji diploması olan Natalya yağız Türk delikanlısına güzide Alanya beldemizde ilk görüşte aşık olup, bir ay içinde tası tarağı topladığı gibi oğlanın ailesiyle yaşadığı eve yerleşmiş. (Bu arada ev bizimkinden görünüyor, o kadar yakın) Oğlan henüz işsiz, ama annesi ve Natalya'yla geldikleri görüşmede "Aslında ben ona <span class="Apple-style-span" style="font-style: italic;">çalışma ben sana para veririm</span> diyorum ama kerata çalışmak istiyor hehheh" gibi yüksekten atacak kadar da gözüpek (ailesi de memur emeklisi bu arada). Natalya, -ki kuzu da ilk görüşte aşık oldu galiba, sırıta sırıta bi bakışı vardı ki anlatamam- sıfır Türkçe, derdini anlatacak kadar İngilizce biliyor. Çalışmaya çok hevesli. Ben de önce atladım; kız genç, rahatça eğitebilirim, nasılsa daha epeyce evdeyim Türkçe öğrenir bu arada, oğlan da bir yandan Rusça öğrenir, Ruslar çalışkan olur, üstelik psikolog, kuzuyla iyi iletişim kurar filan diye. Bir deneyelim deyip başladık. Kız hakikaten çok şeker ama Türkçe bilmediğinden kuzuyla iletişim kuramıyor haliyle; ben de hiç öyle aman çocuğum 3 yaşına gelmeden sekiz dil öğrensin heveslisi değilim, öğrensin isterim tabii de önce kendini kendi dilinde güzelce ifade etsin sonra. Haydi kız Türkçeyi zamanla öğrenir dedim ama hem evlenene kadar üç ayda bir memleketine gitmesi gerekecek hem de eli işe hiç yatkın değil. Sonra annem de bir deşti ki daha evlenip evlenmeyecekleri bile belli değil. Kız çok aşık ama oğlan feci kıskançmış, "örtün, Müslüman ol" filan diyormuş buna. "ailem asla izin vermez, zaten çok karşılar burada olmama" diyor. Baktık ki bu iş yaş, aylarımı verip onu kıvama getireceğim, bir de bakmışım vazgeçip gitmiş, kıza "sen manyak mısın niye bir Türk'le üstelik de böylesiyle evleniyorsun?" diye giriştik annemle. Tek söylediği oğlanın aslında çok iyi kalpli, Ruslar'ınsa kaba olduğu. Biraz anlatınca durumundan çok emin olmadığı çoktı ortaya. Helalleştik ayrıldık. Allah yolunu açık etsin, ne diyeyim.</div><div><br /></div><div>Bu arada evde sıkıntıdan patlamak üzereyim. Ortada iş miş yok, yaza kadar da bir şey çıkacak gibi değil, bari epeydir aklımda olan dikiş işini öğreneyim diyorum. Ankara'da Ümitköy civarında böyle kurslar bilen var mıdır ki?</div><div><br /></div>Ilgaz Gürseshttp://www.blogger.com/profile/15862374864368768145noreply@blogger.com7tag:blogger.com,1999:blog-37340658.post-76277037528479057852008-12-16T15:44:00.009+02:002008-12-16T18:05:32.954+02:00işte öyle bir şey<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjDYDT7CvvO4_u81qSXDzgnxXFcQvaYfBRDEh4_RaPfKPUP-nrC9FTPWjjvEjej9rJ05QTVQzY45E-sKCc7ry8cB8ZYUeZFNjaj0_N4QCgGEo-93k8OMepoj2SpLgRNcuuisuAY/s1600-h/kas%C4%B1m2.jpg"> <img style="cursor:pointer; cursor:hand;width: 214px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjDYDT7CvvO4_u81qSXDzgnxXFcQvaYfBRDEh4_RaPfKPUP-nrC9FTPWjjvEjej9rJ05QTVQzY45E-sKCc7ry8cB8ZYUeZFNjaj0_N4QCgGEo-93k8OMepoj2SpLgRNcuuisuAY/s320/kas%C4%B1m2.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5280393119429857250" /></a><br />Üstte gördüğünüz bu son derece masum suratlı insan yavrusu uyku vakti geldiğinde Mr Hyde misali canavarlaşıp uyumayı reddediyor. 1 senenin sonunda artık bu gerçeği kabullenip kendimi yememem, uyku işini hayatımdan çıkarmaya alışmam lazım. O yüzden günde 40-50 kere söylüyorum. <div><br /><div>Çocuk doktorları bu işi kesinlikle bilmiyorlar <span class="Apple-style-span" style="font-style: italic;">(bizim oğlan iki sene annesiyle yattı, ancak öyle uyuyordu; bazı sanatkar ruhlu çocuklar böyledir; alıştırmışsını siz böyle, artık yapacak bir şey yok, vs.) </span> Anlı şanlı pedagogumuz da bizim kuzu karşısında aciz kaldı. Zaman zaman iyi uyuduğu birkaç gün geçirsek de son durum itibariyle 24 saatlik rutinimiz şöyle:</div><div><span class="Apple-tab-span" style="white-space:pre"> </span><span class="Apple-style-span" style="font-style: italic;">Gece 20:00'de emerek yatış, 22:00-23:00 civarı ilk uyanış, pış pış, e eee mantralarıyla birkaç dakikada dalış, sonra ortalama olarak 1-1,5 saatte bir haykırmak ve 1 saniye içinde yatakta ayağa fırlamak suretiyle (katiyen mızıldanarak değil) uyanış, 2-3 dakikada tekrar dalış, tam uyudu derken 5-10 dakika sonra uyanış, tekrar pış pış, sabah 5 civarı uyanış, bu sefer yarım saatte (bazen 1 saatte) zorla dalış, en geç 6'da tekrar ve nihayi uyanış, annenin koynunda emerken 15-20 dakika sersemleyiş, 6:30'da güne başlayış.</span></div><div><span class="Apple-style-span" style="font-style: italic;"><br /></span></div><div><span class="Apple-tab-span" style="white-space:pre"><span class="Apple-style-span" style="font-style: italic;"> </span></span><span class="Apple-style-span" style="font-style: italic;">Şansım varsa 10:00 civarı sabah uykusuna yatış, 30 dakika sonra uyanış. Öğleden sonra artık tam piyango, 15'te de olabilir, 17'de de. Bazen de hiç uyumadan, ama uykusuzluk başa vurduğu için sürekli mızlayarak günü bitiriş.</span></div><div><br /></div><div>1 yaş bebeleri günde 12-13 saat uyur diyenler ya ne dediğini bilmiyor ya da bizimki bir tür uzaylı. Rutinler, sakinleştirmeler, kitaplarda yazan, sağdan soldan duyduğum hiçbir şey kar etmedi. Aslında uykusu var, ama uyku kelimesi telafuz edildiğinde bile oğlanı mahvediyor. Artık çareler tükenince ağlatmanın zamanıdır dedi pedagog ama bizimki tam 2 (yazıyla iki) saat ağlayıp yine de uyumayarak beni perişan eyliyor. Geceleri ağlatmaya ise cesaret edemiyorum, apartmanda uyuyan diğer insanlara yazık.</div><div><br /></div><div>Neyse bu arada 1. doğum günümüzü de eda eyledik 10 gün önce. Özenip manyak gibi hazırlandım, macaronundan cheesecakeine; 50 kişi doyardı o sofrayla. Kalabalık, gürültü, iki ailenin bir araya gelmesi filan, hiç zevk almadım. Sonrasında da tatsız şeyler oldu. Geçti gitti netekim. Ama kuzu müthiş mutluydu, oğlan tam bir sosyal kelebek; herkesin kucağında saatlerce oturdu, oynadı, gıkı çıkmadı. Emmek, kucağıma gelmek aklına bile gelmedi. Bayram sonu millet (nihayet) gidince de resmen bunalıma girdi. Ama seneye evde asla böyle bir şeye kalkışmam, hele de kuzu hala uyumamaya devam ederse; kusura bakma şekerim, annen mutsuz olunca otomatikman sen de oluyorsun. Değmez.</div><div><br /></div><div>Artık bitsin bu sene değil mi? Kuzumu büyütmek dışında bir tane bile iyi şey olmadı koca sene. Sağlık sorunları, mali sorunlar, ailevi sorunlar... Bir de üstüne kriz geldi, tüy dikti. Artık çalışmaya başlamam lazım ama İK gazeteleri 3 sayfa filan çıkıyır, o da ilan değil, makale dolu. Vaziyet berbat.</div><div><br /></div><div>Yetmezmiş gibi bakıcımız feci geveze ve ukala çıktı. Bizim buralara istediğim saatte gelip gidecek adam bulmak çok zor olduğundan katlanmaya mecburum, hele de görüştüğüm diğer tipleri düşünecek olursak bu ehveni şer zaten. Maalesef sürekli dip dibeyiz. Araba Hanereisinde, Hanereisi uzaklarda işte, dolayısıyla ben eve hapis ve sabahtan akşama çen çen sürekli bir konuşma uğultusuyla yaşıyorum. İlk hafta yapışık yaşadık mecburen, kuzuyu onunla yalnız bırakmak isemediğimden. Onu tanımak için de bol bol konuşmasına ses etmedim. Bu da sandı ki herhalde ben muhabbet insanıyım, bastı gaza. Hayır salak kafam, ağzımı açıp bir şey de diyemiyorum, az buçuk eğitimli, memurluktan emekli, oturaklı filan bir kadın. Şimdi çareyi onları salonda bırakıp çalışma odasına kapanmakta buldum. Sade ben değil annem, temizliğimizi yapan hanım filan da illallah demiş vaziyette. İkinci arabayı alana ve ben işe başlayana dek kurtuluşum yok. Bu da ne zaman olur allah bilir. </div><div><br /></div><div>Hiç iç açıcı olmadı bu yazı biliyorum. Aslında içim buradakinden daha karanlık. Daha kuzuya istediğim gibi iyi bir anne olamadığım hisleriye boğuşmamdan, ona hak ettiği herşeyi veremeyeceğimize dair endişelerimden, hayatın alabildiğine tatsız ve bazen çok kısa, bazen de aşırı uzun olduğundan filan söz etmedim. Etmesem daha iyi.</div><div><br /></div><div>Her şeye rağmen çok şeker bir kuzu bu ya!</div><div><br /></div><div><br /></div></div>Ilgaz Gürseshttp://www.blogger.com/profile/15862374864368768145noreply@blogger.com7tag:blogger.com,1999:blog-37340658.post-85947304568890691642008-08-17T15:26:00.006+03:002008-11-06T12:15:20.182+02:00uykusuz her gece<span class="Apple-style-span" style="font-style: italic;">2 yıl okul tatili kabilinden 3 aylık yaz tatilimiz güzel lakin uykusuz bir şekilde geçmekte. Ağlatma işe yaramadı (sinirlerimi laçka etmekten başka), Ferber gelsin de bizim kuzuyu uyutsun. Baby Whisperer diye bir kitap getirtmiştim İngiltereden; uyuyana kadar yanından ayrılmadan, ağlayınca kucağa alıp sakinleşince yatağa bırakma şeklinde özetlenebilecek bir yöntem öneriyor, ilk gün sabah uykusunda 40 dakika denedim, bel kol kalmadı. Gece de 12'ye kadar emzirmeden denedim. Uyumaya uyuyor ama yarım saatte bir uyanıyor. Açlıktan uyanmadığı kesin çünkü dayanamayıp sabaha karşı annemin yanına veriyordum, orada sütten yana ümidi olmadığından mışıl mışıl uyuyordu; dün gece onda da uyumamış. Devam etsem mi bilemedim. Burada keyfim yerinde, yorulunca annemle babama atıyorum ama eve dönünce ne yapacağım bilmiyorum. Uykusuzken hiç çekilmem ben. </span><div><span class="Apple-style-span" style="font-style: italic;"><br /></span></div><div><span class="Apple-style-span" style="font-style: italic;">Onun dışında günler hep aynı telaşla geçiyor, sabah kalk, (o 6 gibi uyanıp dedesiyle gezmeye gidiyor) halin varsa kuzuyla denize git, yoksa azıcık daha uyu, kalk kuzuyu yedir, uyut, koş denize bir yüz çık, kuzunun öğle yemeğini hazırla, uyansın yedir, biraz oynat, bir koşu yüz gel, yine uyut, azıcık popon yer görsün, uyansın hazırla, denize götür, yüzdür, yüz, eve gel, banyosu, akşam yemeği, yatır. Aralarda bol bol emzir, meyvesini hazırla, yoğurdunu mayala, nette çaresizce uyku sitelerini gez. Gece de ha bire kalk. Yine de en azından açık havadayız, deniz var, kilo vermem de cabası.</span></div><div><span class="Apple-style-span" style="font-style: italic;"><br /></span></div><div><span class="Apple-style-span" style="font-style: italic;">Dönüş yaklaştıkça bakıcı gerçeği germeye başlıyor beni. Şimdiden hepsinden nefret ediyorum. Hangi bakıcı benim yavruma benim kadar iyi bakabilir sıkıntısı her anne gibi beni de sardı. Yaşını geçince tuvalet şartlanmasına başlamak istiyorum, binbir türlü sağlıklı kurabiye öğrendim, onları yapmak istiyorum. Dünyayı benden öğrensin istiyorum, hiç tanımadığım bir (o da şanslıysak, yoksa bir sürü) yabancıdan değil. Öte yandan çalışmaya başlamam lazım (tabii önce iş aranacak). Çalışmasam bile sadece çocuk odaklı yaşamak çok zor...</span></div><div><br /></div><div>Diye yazmıştım aylar önce, üşengeçlikten, isteksizlikten vs yayınlamamıştım. Bir de insan deniz kenarında yaşayınca, ne bileyim, domates doğrarken başını kaldırıp bugün güneş dalgalara hangi açıyla vurmuş diye durup bir mola verebiliyorsa, kuzu uyuduğunda "ben bi koşu iki kulaç atıp geleyim" diye cümleler kurabiliyorsa, iki tişört, bir şortla ömrünü rahat rahat idame ettirebiliyorsa hayat olduğundan daha hafif, daha gerçeküstü, bir o kadar da yaşanası geliyor insana ve blog yazmak da makyaj yapmak, para hesabı yapmak, o eteğin altına şu pabucu giymek, alışveriş yapmak gibi eylemlerden biri haline geliyor. Dile kolay 4,5 ay gerçek dünyadan uzak yaşadım, saatlerce yüzdüm, kuzuyla oynadım, denize baktım, daldım, kilolarımı selülitlerimi ummana saldım; şimdiyse tam anlamıyla sudan çıkmş balık gibiyim. Gerçek hayat hangisi sahi?</div><div><br /></div><div>Neyse. Kuzu hala uyumayı reddediyor. Gündemin ana başlığı bu, gözlerimin altındaki mor halkalar, tek basamağa doğru ilerleyen zeka katsayım, sürekli yorgunluk artık dayanılmaz halde. Bir pedegok son çarem.</div><div><br /></div><div>Bakıcımız 10 güne başlıyor. Sevmedim tabii ki ama birinden başlamak lazım. Artık benim de normal insanlar gibi yaşamam, semt sınırlarından çıkmam, üstüme başıma ciddi birşeyler almam, topuklularla nasıl yürünür hatırlamam, ne bileyim kuaföre filan gitmem lazım. Asıl iş aramaya başlamam gerek. Hiç içimden gelmiyor aslında, zira sosyallik de spor gibi bıraktın mı hamlıyorsun, başlamaya üşeniyorsun. Öyle zoruma gidiyor ki şu anda yeni bir ortama girmek, alışmak, sabah kendimi yollara atıp gece enkaz gibi dönmek, kuzumu birkaç saat görebilmek. Ama gerçek hayat bunu emrediyor, öyle değil mi?</div><div><br /></div><div>Şu ara hayat biraz gri, puslu. Umarım yakında güneş açar.</div><div><br /></div>Ilgaz Gürseshttp://www.blogger.com/profile/15862374864368768145noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-37340658.post-63233335603402962772008-06-18T16:57:00.007+03:002008-06-27T17:33:39.082+03:00rapor6. ayımız bitti ve kendimizi yazlığa attık salimen. Ankara iyice basmıştı gari, yaşasın serin sular, anne yemekleri, en önemlisi kuzuyla ilgilenecek fazladan iki köle!<div><br /></div><div>Caniliğe tam gaz devam. Mehter adımıyla ilerleme kaydediyoruz, çok yürek yakıcı bir şey, bitince yazayım en iyisi.</div><div><br /></div><div>Günde iki kere yüzebiliyorum, gerisi kuzuyla oynayarak, onu uyutarak (ya da uyutamayarak, ki bu daha fazla zaman alıyor), yedirerek, sabah havuza, akşamüsyü denize sokarak, ama illa ki bir çırpıda geçip gidiyor. </div><div><br /></div><div>Bizim kuzu pek boğazlı çıktı, ne versem yiyor (tahtalara vurayım), ben de karman çorman çorbalar yapıyorum ona (bugünküne fesleğen kattım); her türlü meyveye bayılıyor, favorisi yoğurt. Umarım hep böyle gider. Yarın kahvaltıya da başlıyoruz. Eminim onu da sever.</div><div><br /></div><div>Geleli tek satır okuyamadım. Uykuları düzene girdiğinde başlayacağım. Şimdilik kuzu uyur uyumaz kendimi denize ya da internete atıyorum. Daha 2 ay buradayız nasılsa, biraz kaslarımı çalıştırayım, sonra beynime de sıra gelir elbet.</div><div><br /></div><div>Hayat tatilde anlayacağın şekerim.</div><div><br /></div><div>...diye yazmıştım, üzerinden asır geçti.</div><div><br /></div><div>Kahvaltıya başladık, ekmek, peynir, pekmez, ceviz ve anne sütüyle bir karışım hazırlıyorum, yememek için kendimi zor tutuyorum, kuzu da bayılarak lüpletiyor. Zaten biz ne yesek, ne yapsak çok ilgisini çekiyor, özellikle babamı dakikalarca kıpırdamadan dinliyor (ona göre babasını özlediğinden). Kitap okumaya gelince ise tek derdi sayfaları çiğnemek, ne zaman hikayelerden, resimlerden zevk alacak acaba? </div><div><br /></div><div>Her öğlen terasta havuz sefası yapıyor, akşamüstü de denize götürüyorum. Denizde üşüse de gıkını çıkarmıyor, neredeyse yarım saat yüzüp oynuyoruz.</div><div><br /></div><div>Dişleriyle sıkıntısı çok, elleri, bizim ellerimiz, giysileri, ayakları, eline geçen her şey ağzında, bir çıksa da kurtulsa şekerim, bazen geceleri sırf kaşıtmak için uyanıyor zavallı.</div><div><br /></div><div>Bin tane oyuncak taşıdım yanımda, hiçbiri umrunda değil. Varsa yoksa kumandalar, gözlükler, tabaklar, kaşıklar, hele de bardaklar! Suluğu sevmiyor, döke saça bardaktan içecek illa ki. Ben de evde ne kadar tahta kaşık, plastik kap var yığıyorum önüne, aşçı olacak benim kuzu herhalde.</div><div><br /></div><div>Öte yandan uyku işini hala halledemedim, 10 gün oldu ağlamadan uyumuyor hala. Acele mi ettim bilmiyorum. Gece de saat başı ayaktayım, evvelsi gün istisnasız her kemiğim, eklemim ağrıdı, öylece yattım, bir de çarpıntı tutuyor arada. Bu yaz bu iş hallolmalı, yoksa kışa halim harap.</div><div><br /></div><div>Sabahı yata kalka zor ettiğimden geceler uzun ama gündüzler öyle çabuk buharlaşıyor ki, nereye gidiyor bu günler hiç anlamıyorum. </div><div><br /></div><div><br /></div>Ilgaz Gürseshttp://www.blogger.com/profile/15862374864368768145noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-37340658.post-30461420399525646902008-06-16T21:05:00.003+03:002008-06-16T21:15:37.705+03:00cani anneŞimdi çok vaktim yok, kuzuyu yarım saat önce zar zor uyuttum, her an yeniden uyanabilir, sonra tekrar emzir, salla, al sana bir yarım saat daha (en az). O yüzden kısaca sorup kaçacağım: Ferber metodunu uygulamaya karar vermiş bulunuyorum, becerebilir miyim orası ayrı. Merak ettiğim şu: metodu gündüz mü yoksa gece uykusunda mı yoksa ikisinde de mi uyguluyoruz? Birinde uygulasak diğerini de kurtarır mı? Saygılar, sevgiler.Ilgaz Gürseshttp://www.blogger.com/profile/15862374864368768145noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-37340658.post-10027986834616412592008-05-05T11:09:00.005+03:002008-12-12T06:14:25.403+02:00başlıksızBlog'dan çok uzaklaştım bu aralar, aslında hayattan bütünüyle uzağım. Öte yandan asıl hayatı sürekli kollarımda tutuyorum... amaan ne bileyim çok inişli çıkışlıyım son zamanlarda. Kah mutluluktan havalara uçuyorum kuzum kucağımda diye; kah çok yorgun ve uykusuzum diye, saatlerce uyutmaya çalıştıktan sonra uyumadı diye, haydi binbir zahmetle uyudu yarım saat sonra uyandı diye, artık hiçbir şey bir daha eskisi gibi olmayacak, artık kaçış yok diye... 2 saat hüngür hüngür ağlıyorum (dün geceki gibi). <div><br /><div>Yaklaşık bir ay sonra kendimi yazlığa attığım günleri bir görsem daha birşey istemeyeceğim. Beni müthiş eğlenceli günler beklediğinden filan değil (F tipinden yarı açığa transfer gibi birşey), en azından sabah beslenmesinden sonra bizim erkenci kuşu (5, en geç 6'da ayaktayız) annemlere satıp 1-2 saat uyuyabileceğim diye müthiş heyecanlıyım. İnsan çocuk sahibi oluca küçük şeylerden mutlu olmayı öğreniyormuş meğer.</div><div><br /></div><div>Bu hafta çok yoğun ve stres dolu; yarın annem anjiyo olacak, perşembe bizim kuzu sünnet, sonra yarın Döndü günü=benim ruhen ve bedenen perişan olma günüm (Döndü 3 aydır haftada iki gün -artık bire indirdim- gelip bize yemek yapan komedi bir kız, beni öyle yoruyor ki yazın ben yokken Hanereisine yemek yapacak olmasa hemen vedalaşacağız kendisiyle), kayınvalidem yarın sünet için geliyor, akşamına yemek istediler (ki benim pek umrumda değil, aşı olunca yemek mi yiyoruz da, sünnetin ne farkı var?), babam bir sebepten onlara kırgın ben gelmem diyor, annem gelebilir mi o haliyle meçhul, gelmezse bizden kimse olmayacak, bir de üstüne oğlan huzursuz olup uyumazsa yandı gülüm ketenhelva. İşte bir daha eskisi gibi olmayacaklar listesine bir madde daha: iki başına sakin sakin yaşayıp gitmek.</div><div><br /></div><div>Bu da bizim aşçı yamağı, oturunca pek bir semiz görünüyor nedense :)</div><div><br /></div><div><img style="cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhxMdEd06CXk0iHARRvOHq0PTON2P9U6eLeLWcKuhDVHaC92VLvI-1Qg92wE0Smh_uylf2QLU7OHK3fFQP_lUEIgbV1GoUKrxXK6WnTw42AbfMqNQ1_hVJihetYXZc7RNaXjRCR/s320/IMG_2522.JPG" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5196813441621874514" /><br /></div><div><br /></div><div>Bugün benim doğum günüm, sadece yaşlanmış hissediyorum.</div><div><br /></div></div>Ilgaz Gürseshttp://www.blogger.com/profile/15862374864368768145noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-37340658.post-34114400406428140592008-03-10T17:26:00.010+02:002008-12-12T06:14:25.521+02:00Ben nerde yanlış yaptım ya da 3. ay psikozuDurum başlıktaki kadar acılı arabesk mi, yoksa ben mi abartıyorum günlük bilmiyorum. Ama 3. ay itibaryla halim gerçekten vahim. Bizim kuşun uyku direnci beni mahvediyor. Bir de bu aralar benim kucağım hariç hiçbir şekilde durmadığından yapışık ikizler şeklinde yaşıyoruz, ve asla göğsümü bırakmıyor, doymuyor... derken telefon çalar ve bizimki uyanır...<div><br /><div> </div><div>Yazmıştım, birkaç gün geçti üzerinden. Ama yukarıdakiler aynen geçerli, durumda bir değişiklik yok. Birazcık özgürlük ve dinlenmiş kemikler için 3. aya çok bel bağlamıştım, hüsran oldu. </div><div><br /></div><div> </div><div>Yine de asıl sıkıntım başka, kafam çok karışık, canım sıkkın anlayacağın. Anlatabilir miyim derdimi bilmem, bir deneyeyim yine de.</div><div><br /></div><div> </div><div>Şimdi ben bebek bebek diye yıllarca kendimi yırttım, sonunda uykusuz muykusuz ama en şahanesinden bir tane oldu işte. Ama daha şuncacık zamanda bir melankoli bende, bir bezginlik, bir "bu mudur yani hayat" umutsuzlukları! Nankörlük mü, kadir bilmezlik mi ne dersen de. Ama günler haftalara, aylara öyle hızlı, öyle birbirinin aynısıymışcasına dönüyor ki, şu filmdeki gibi hani, her sabah aynı gün, her akşam aynı gece. Oğluma bayılıyorum, uyutmak için kırk takla atıp uyuyunca uyunsa da sevsem diye dakikaları sayıyorum; ama bazen, o koltukta, günün 7., 8. saatini kucağımda emzirerek ve karşı duvarı seyrederek geçirirken, ya da gün içinde sayısını hatırlamadığım kere altını değiştirip, bitmeyen ağlamalarını yatıştırmak için dakikalarca türlü şaklabanlıklar yaptıkan sonra yorgun ve dağılmış, camdan dışarı dalıp, hayatın bensiz nasıl da heyecanlı telaşlı aktığını düşleyince, ne bileyim aklıma estiği gibi herhangi bir yere, mesela kuaföre, sinemaya, İstanbul'a gidemeyince, hiç, ama hiçbir şey üretmeyip, kendi yemeğimi bile pişiremeyince, kıyafetlerim bir yana ayakkabılarıma bile sığamayınca, dünyanın her türlü hengamesi gözüme öyle güzel, öyle ulaşılmaz geliyor ki; sanki öncesinde de şahane bir hayatım varmış gibi üstelik. </div><div><br /></div><div> </div><div>Bir de şu bitmek bilmeyen bekleyiş hali. Farkettim ki hep bekliyorum, daha iyi uyuduğu, saat başı göğsüme yapışmadığı, sofraya bizimle oturduğu, ne bileyim işte konuştuğu, beraber kitap okuyacağımız, yüzeceğimiz günleri, dışarıda gidebildiğim mesafenin ve geçirebildiğim vaktin pusetin gittiğinin ve şimdiki emme peryodunun biraz daha fazlası olduğu zamanları... Neden şu andan zevk alamıyorum bir türlü bilmiyorum. Bizimki biraz... zor demeyeyim de zorlu bir bebek, ondan mı kapadım kendimi içime, dört duvara bilmem, bildiğim en kısa zamanda sıkı bir plana ihtiyacım olduğu. Bu böyle gitmez, giderse ufak ufak küçülüp gidecekmişim, yok olcakmışım gibi geliyor zira. </div><div><br /></div><div>...</div><div><br /></div><div> </div><div>Hiç anne bloglarındaki gibi bir yazı olmadı değil mi, o mutlu, enerjik, tatminkar, sıkıntı çekseler de her daim sıkı, ne yaptığını bilen, çocuk da yapan, kariyer de, eğlenen de, evde ve dışarıda işini gücünü sürdüren, hayattan kopmayan kadınlarınki gibi değil. Belki de mesele daha öncesinde de bu saydıklarım gibi bir kadın olmamış olmam, zaten nasıl yapılacağını, nasıl idare edileceğini, neresinden çekiştirmem gerektiğini hiç öğrenememiş olmam, mesele bu herhalde. Öğrenilebilir birşey midir hayatı yaşamayı becermek? Ya da iyi ihtimal daha çok erken buları istemek için, kim bilir?</div><div><br /></div><div> </div><div>O kadar da karamsar değilim aslında ama şimdi böyle geldi içimden. Geçer.</div><div><br /></div><div><img style="cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgpBSEhoOLWcBnzzIbPj0lrFhr8VEYOxyQt8jQSb_JYzNG93vYDGTxHfybLI7Xg1h2V9bmuIfGEcb1CgRi1DBxrTH2gVAihxyVts3S_GeIWGz4wSUyRFmSMwL0oxj9FK60S06nt/s320/IMG_2033.JPG" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5177217965235071202" /></div></div>Ilgaz Gürseshttp://www.blogger.com/profile/15862374864368768145noreply@blogger.com11tag:blogger.com,1999:blog-37340658.post-52732147779861759032008-02-11T15:42:00.008+02:002008-12-12T06:14:25.695+02:00güncellemeUyumuyor, doymuyor, mızıldanmayı kesmiyor. Bu ara yaptıklarıyla değil yapmadıklarıyla annesini perişan ediyor bizim kuzu. 3 aylık bir insan yavrusu nasıl olur da günde sadece 7-8 saat uyur anlamıyorum. Bazen öğleden sonraları o kadar perişan oluyor ki aralıksız 5 saat filan sızıyor. Bazen o da yok. Aç mı, bir yeri mi ağrıyor, gazı mı var anlamıyoruz. aklımıza gelen herşeyi deneyip tesadüfen başarılı olursak susturmayı becerip biz de azıcık rahat ediyoruz. Böyle günlerin akşamlarında yorgunluk ve sinir bozokluğudan zırıl zırıl ağlıyorum ben de. Bugün kendi doktorundan başka bir doktora göstereceğiz. O da normal derse bağrımıza taş basmaktan başka çare yok.<div><br /><div> </div><div>Anlaşıldığı üzere günler sadece ona endeksli. Yanım alıp bir yere gidemiyorum. Annemler de yok, böylece 1 saat bile bırakıp çıkamıyorum. (birkaç gün üst üste öğleden sonra uyuyunca geçenlerde babasıyla başbaşa bırakıp maniküre gittim, geldiğimde garibim mutfak masasının üzerinde ana kucağında, babası da salonda yerde sızmışlardı, ben çıkar çıkmaz ağlamaya başlamış ve saatlerce susmamış.) Ne zaman hangi modda olacağı hiç belli olmuyor. Hava güzelse 1 saat filan dışarıya çıkarıyorum, ben de hava alıyorum bu sayede.</div><div><br /><div>Evvelsi gün ilk kez fantezi yapıp bir başıma arabaya atıp bize yakın ufak bir alışveriş merkezine gittim. Bizimki kapalı mekanda dura kalka pusette yatmaktan pek haz etmedi, mızıl da mızıl söylendi durdu. İki insan yüzü görmekten öyle mutluydum ki bu beni starbucks'ta bir sıcak çikolata içmekten alıkoymadı. Ama hem puseti, hem araba koltuğunu, hem de bizim 5 kiloluk damacanayı taşımak oldukça zormuş, onu anladım.</div><div> </div><div> </div><div><br /></div><div>Doğumdan beri bir gram bile kilo veremedim bu arada. Bu da tuz biber ekliyor moralime. güya emzirme kilo verdirirdi, yalanmış.</div><div> </div><div> </div><div><br /></div><div>Bu kadar istediğim birşey hayatımı nasıl böyle cendereye aldı hayret ediyorum. Bazen bundan sora yaşamım hep böyle geçecekmiş korkusuna kapılıyorum. Yersiz biliyorum ama bir daha hiçbirşeyin eskisi gibi olmama gerçeğini kabullenmek zor geliyor.</div><div> </div><div> </div><div><br /></div><div>Bu kadar yakınmayı yalancı çıkaracak bir parçayla sözlerime ara veriyorum. Böyle masum birşey bu kadar bezdirsin adamı, söylesen kimse inanmaz!<img style="cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjxwLMe9SOALSArs6VEG2hdec88BpBOjPnRsFUdwTjo656vVNiEfmiT2FUkZwZ_O2FdW-uO9DbCk-7Mbxa-J_u8e7qbMyCK_EpX58-Rno9Mibo1ZoG8j49jWVUYsxLUaMMXJsob/s320/ad%C4%B1m+%C3%BCst%C3%BCmde.JPG" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5172350812042547842" /></div><div> </div><div> </div><div> </div><div> </div></div></div>Ilgaz Gürseshttp://www.blogger.com/profile/15862374864368768145noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-37340658.post-65660090991110057582008-01-18T14:11:00.000+02:002008-12-12T06:14:25.885+02:00ismiyle cismiyle<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh7h-3sYpuA5latuzz8OBMwxdVj6Cg1rR9f7per1nrhJHrm91YgQnyWHI17nIokzKVpouE-FekbmHIijGBy3FOYQjOWEPEtTYm0jXyP6hO4tFWBokXOrpyeHjdaDYKtRo2GLmag/s1600-h/IMG_0140.JPG"><img style="cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh7h-3sYpuA5latuzz8OBMwxdVj6Cg1rR9f7per1nrhJHrm91YgQnyWHI17nIokzKVpouE-FekbmHIijGBy3FOYQjOWEPEtTYm0jXyP6hO4tFWBokXOrpyeHjdaDYKtRo2GLmag/s320/IMG_0140.JPG" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5156789185165143442" /></a><br /><div>İşte 6 haftalık Ilgaz kuzumuz.</div>Ilgaz Gürseshttp://www.blogger.com/profile/15862374864368768145noreply@blogger.com8tag:blogger.com,1999:blog-37340658.post-82894541655297064922007-12-23T16:22:00.000+02:002008-01-06T14:56:20.479+02:00bir türlü güncellenememiş günceFırsat bulmuşken bir post daha.<br /><br /><br /><br /><br /><br />Bizim kuzu emmeyi öğrendi. Ama bu sefer de bırakmayı bilmiyor. Yarım saatte, saatte, ya da 2 saatte bir istiyor. Sanırım yeterince doyamıyor. Kesin bilmiyorum, zira doktoruyla emzirme işinin inceliklerini henüz konuşmamıştık; daha birkaç hafta süreceğini sanıyorduk ki bizimki bunu da erkenden kaptı. Birkaç gün öncesine kadar emmesi için gözünün içine bakarken şimdi biraz uyku için bana fırsat tanıması için yalvarıyorum. Rutinimiz 10 dakika emzir, 15 dakika-yarım saat uyandırmak için uğraş, yine emzir, yine uyandır, 1 saat kadar uyu ve tekrar başa dön. 3 gün böyle gittikten sonra artık uykusuzluktan zombi kıvamı aldım ve dün gece iki sefer mamaya direnemeyip verdim...<br /><br /><br /><br /><br /><br /><br />DİYE YAZMIŞIM BİR SÜRE ÖNCE...<br /><br />ama her gün yeni bir şey oluyor, eskiyi siliyor. İkimiz de yeni yaşamımıza alışmaya başladık. Her gün hem bir öcekinin aynı hem de çok farklı. Günler saatler birbirine girdi. Sonunda evvelsi gün gidip feci haldeki saçımı kestirebildim. Biraz fazla kısa oldu; eskiden olsa karalar bağlardım ama zaten evden dışarı pek çıkmadığımdani çıktığım zaman da suçluluk duygusuyla derhal dönmeye baktığımdan pek kimse görmeyecek ne de olsa.<br /><br /><br /><br /><br />Bu iş böyle ne kadar sürer bilmiyorum. Herhalde ufaklık büyüdükçe bana da başka şeyler için zaman, derman ve akıl kalacak. Şimdilik 40 denen o büyülü tarihi bekliyorum; bebek o zaman rutine girecekmiş, karnım o zaman inecekmiş, lohusalık resmi olarak o gün bitecekmiş...<br /><br /><br /><br /><br />En acısı mutfağa tekrar dönüş olacak. Şimdilik ben söylüyorum, babam alışverişi yapıyor, annem pişiriyor. Ufaklık kucağımdayken nasıl olacak bu iş bilmiyorum.<br /><br /><br /><br />DERKEN...<br /><br />Annelik gerçekten zormuş diyeceğim, olanlar gülecek olmayanlar korkacak ama şimdilik benim hissettiğim bu. "Hele bir emsin gerisi kolay" derken şimdi de " hele bir yarım saat emsin yarım saatte de uyusun yeter" moduna geçtim. Doktorumuz 20 dakika en fazla yarım saat emzirip gerekirse sonra emzik kullanıp uyutmamı söyledi ama bizimki ne yarım saat emmeyle doyuyor ne de emzik alıyor. Günümün büyük kısmı odasındaki koltukta geçiyor artık. Gündüzleri koşturmaktan pek dinlenemediğimden geceleri ayrı bir zevkli geçiyor. Herşey ayrı bir suçluluk vesilesi oldu; sütüm yedeklemek için sağacak kadar çok değil, o yüzden evden çıktığım zaman mamaya talim ediyor, 1,5 saat emzirdikten sonra uyutma merasimine halim ve sabrım kalmayıp anneme havale ediyorum, bu da beni ilerideki başbaşa günlerimizi düşündürterek ayrıca geriyor. Tam aman yoluna girdi derken herşey baştan değişiyor. Hanereisi epeydir feci hasta olduğundan bebeğe yaklaşamıyor, yani ondan da hayır yok. Internetten uyku ve emzirmeyle ilgili bulduğum herşeyi okuyorum ama pek işe yaramıyor. Bakalım belki 1. ay için fazla sabırsız davranıyorum, göreceğiz.<br /><br /><br /><br />Şimdilik ben annelik zormuş derim, sonrasını bilemem.Ilgaz Gürseshttp://www.blogger.com/profile/15862374864368768145noreply@blogger.com8tag:blogger.com,1999:blog-37340658.post-36974130658117731402007-12-23T16:20:00.000+02:002007-12-23T16:21:55.845+02:00biz geldikBizim minik kuzu anasına çekti vetezcanlı bir kuzu olduğunu kanıtlayarak 4 hafta erken gelmeye karar verdi. Bir akşam, daha işten ayrılalı 1 hafta ancak olmuşken, sabahında şehrin muhtelif yerlerindeki işlerimi görmek için arabayla ve yürüyerek dört dönmüşken, oturup 2 saat çikolata keselerinin mıknatıs süsleriyle uğraşmış ve yarısına bile gelememişken, saat 10 gibi elimde dergi koltukta yayılmışken ve hanereisi yurtdışında, annemler evlerinde, ev dandini ben ondan da beterken, deve tellal pire berber iken suyum geliverdi.<br /><br />Sonrası; annemlere ve doktoruma haber, hanereisine ister balonla ister koşarak, bir şekilde yetişmesi talimatı vererek, evi azıcık toplayarak, çantamın eksikliklerini tıkıştırarak, ve dua ederek geçirilen panik dakikaları. Hastaneye yatış, sancılar ve sabaha kadar bekleyiş. Tanrım bu 4 hafta için ne planlarım vardı hiçbirini takmadı oğlum. Sadece babasının gelişini bekledi o kadar. Tam beni ameliyathaneye indirecekleri dakika yetişti eşim ve içeri girdik…<br /><br />Asıl macera sonra başladı. Biraz minik ama sağlıklı şekilde doğdu kuzum anka kuşum. Ne prematüre ne haftasında, önlem için daha doğru dürüst koklayamadan aldılar koynumdan ve yoğun bakıma koydular. 3 gün ara ara küvezden seyrettim yavrumu.<br /><br />Genç yaşında çektikleri yetmedi, birkaç gün sonra sarılık oldu haydi tekrar hastaneye. Işıklar altına kavruldu pişti bebeğim. Neyse ki geçti.<br /><br />Bu arada ben hayatımın en berbat dönemini geçirdim ve hala da çok iyi sayılmam, zira ememiyor küçüğüm, çünkü daha çok küçük. Hiçbir teselli aklımda yerini bulmuyor, kimsenin tecrübesi iknaya yetmiyor. 10 dakikada bir ağlıyor, günde en az bir kere kriz geçiriyorum. Mama vermek çok gücüme gidiyor, ha bire süt sağmak hem çok yorucu hem can acıtıcı. Şaşkın ve yorgunum. Günler sağarak, enjektörle besleyerek, memeye alıştırmaya çalışarak, fırsat buldukça süslerini tamamlamaya çalışarak ve asla dinlenemeyerek geçiyor. Annem evi ele aldı ama benim gibi takıntılı bir düzen hastasına yetmiyor işte, ancak 10. günde biraz düzen kurabildik.<br /><br />Hanereisi epeyce evde kalacak, bu iyi bir şey, ama sanki daha önce 10 tane doğurmuş gibi her şey hakkında fikri var. Annemle sık sık geriliyor, bu da beni geriyor. Kendi derdim yetmezmiş gibi bir de bununla uğraşıyorum. Emzirme sıkıntımı pek anlayamıyor. Ukalalığı lohusalık sıkıntısını pek kapsamıyor nedense.<br /><br />Geçen gün tartıldığımda yajklaşık 9 kilonun gittiğini gördüm, ama hala 6 aylık gibi karnım ve yağlar duruyor.<br /><br />Böyle böyle yuvarlanıp gidiyoruz işte.<br /><br />Pompa başından şimdilik bu kadar iki elimi de kullanabildiğim ilk fırsatta yine yazarım.Ilgaz Gürseshttp://www.blogger.com/profile/15862374864368768145noreply@blogger.com12tag:blogger.com,1999:blog-37340658.post-9708935686910246072007-11-27T13:16:00.000+02:002007-11-27T13:44:28.752+02:00son elveda35'i devirdik bızdıkla. Dikkat edersen adı hala yok, bızdık, bıdık, tekmelerden dolayı vandam,bayrama denk gelme ihtimali yüzünden bayram, kurban, kavurma gibi bilimum cıvıkça isimlerle çağırıyoruz oğlanı. Sağlık olsun diyeyim, ne denir ki başka?<br /><br />Aile ve mahalle baskısı sonucu bugün itibariyle işten ayrılıyorum. İzin sonrası döner miyim biraz karanlık. O yüzden biraz buruk içim. Hoş düşününce burada iyi para kazanmanın haricinde çok neşeli zamanlar geçirdim diyemem, aklımda kalan koca bir can sıkıntısı. Yine de keyifli yanları yok değildi, insan -hele de ben- bağlanıyor demek ki.<br /><br />Doğuma kadar epeyce var, evde ne yapacağım diye kara kara düşünmeye başladım şimdiden. Gerçi temizlik günleri paso evden kaçmam lazım, yardımcı kadınla 1 saatten fazla zaman geçirirsem tansiyonum oynuyor zira. Çikolata için keseler hazırladı annem, üşengeçlik girdaplarında sürüklenmezsem kalan günlerde fimodan süsler yapmak istiyorum. Bebeğin yıkanıp ütülenecek eşyaları, okunacak kitaplar, seyredilecek filmler var. Havalar bozmasaydı bant yerine açık havada uzun yürüyüşler planlamıştım ama bugün itibariyle kış geldi, bu da biraz hayal oldu. Öyle böyle geçecek işte zaman.<br /><br /><em>"Doğum öncesinde doğum sonrası depresyonu anksiyetesi"</em> diye birşey varsa ufaktan onu yaşamaya başladım sanırım. Hergün "doğumdan sonra depresyona girmeyeceğim, doğumdan sonra depresyona girmeyeceğim" diye telkinde bulunuyorum kendime. O dönemde annemler bir süre bizde kalacak, Hanereisi de evde daha çok zaman geçirecek tabii, hüküm sürecek hengame, gürültü, kalabalık, ortaya çıkması çok muhtemel gerginlikler, üstüne bebeğin bakımıyla ilgili endişeler, uykusuzluk, yorgunluk filan zaten şimdiden geriyor beni. Hiçbir şeyin kontrolünü ele alamayacakmışım gibi geliyor. Bir şeyi kırk kere söylersen olur teorisi tek dayanağım. ElifŞafak'ın kitabını da alıp okumalı ama o 10 ay filan çekmiş, iyice beter umutsuzluğa düşmekten korkuyorum. <br /><br />Sanırım şimdilik bu kadar. Bundan sonra muhabiriniz ben yaman sarı saman (demezsem çatlardım) size evden bildireceğim. Hadi bakalım.Ilgaz Gürseshttp://www.blogger.com/profile/15862374864368768145noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-37340658.post-61243650003802085462007-11-09T11:58:00.000+02:002007-11-09T13:01:47.786+02:0033 biterkenÇok boşladım burayı, ama karnımdaki festival dışında heyecanlı birşey olduğu yok. Ev, iş, yemek, uykudan ibaret oldu hayat. Bir tek sık sık sinemaya gidiyoruz, bebeklerin artık iyi duyabildikleri için bu aylarda sinemadaki yüksek sesten hoşlanmadıklarını okumuştum ama bizimkinin keyfi yerinde gibi. Ay sonunda bir konsere gideceğiz, bakalım tepki verecek mi.<br /><br />Aslında ufak bir heyecan yaşadık geçen hafta, düştüm. Akşam karanlığında, bir yandan çantamda araba anahtarını arayıp bir yandan merdivenden inerken son basamakta ayağım boşluğa geldi ve güm! Nasıl becerdim bilmiyorum ama kendimi dört ayak üstüne atmayı başardım. Ödümün patlaması haricinde bir şey olmadı gerçi ama yine de hastaneye gittik. Doktorum acildeki nöbetçilere her ihtimale karşı NST talimatı verdi. Geçen haftadaki kontrolümde "NST'ni daha sonra yaparız." demişti, kısmet bu haftayaymış demek ki. 10 dakika demişti ama hemşireler yarım saat uygun buldular, biz de oğlanın kickbox sesleri eşliğinde hastanenin doğum kısmını etüt etmiş olduk, beğendik, yine gelecek ben.<br /><br />Hanereisi yine arazi. Üstelik daha isim de belirleyemedi(k). Anonim diyeceğiz bu gidişle. Olur da erken gelmeye filan karar verirse rezil olacağız etrafa. Bir de daha hastane için hiçbir şey almadım. Annem benden daha telaşlı, harıl harıl çikolata kesesi dikiyor; bıraksam içinin çikolatalarını alacak. Bense hala daha çok var modundayım. Uygun bir geceliğim bile yok, o kadar.<br /><br />Yattığım aynı pozisyonda uyanan, deliksiz uyuyan ben artık sabaha kadar yatakta fırıl fırıl dönüp duruyorum, üstelik bu kadar kocaman bir göbekle çok da zorlanarak. Koltuktan kalkmak ve yattığım yerden doğrulmaksa en büyük eziyet, bazen kendimi ters dönmüş kaplumbağa gibi hissediyorum. Hergün yürümesem hepten küreselleşeceğim demek ki. Aynada kendimi tanıyamıyorum. Bu süreci 7-8 kilo alarak geçirenler mutant filan olsalar gerek. Mesela şu az kilo alan meşhur manken kızımız benim başladığım kiloda bitirmiş 9 ayı. Bense kendimi mutfaktan alamıyorum, hem yapmak hem de yemek anlamında. Sonra fırsat bulamam diye elimdeki daha önce denemediğim tariflerden yapıyorum (ki koca bir klasör tutuyor kendileri), evde iki kişi olunca da fazla fazla yiyorum. Bu denemeler ne hikmetse ve maalesef genelde pasta çeşitlemeleri üzerine oluyor. Tanrım, birazcık irade istiyorum, azıcık!Ilgaz Gürseshttp://www.blogger.com/profile/15862374864368768145noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-37340658.post-50868424925707388002007-10-24T11:13:00.000+03:002007-10-24T13:40:09.197+03:00böyle gelmiş böyle giderHer gün onlarca genç insanımız göz göre göre yitip gidiyor. İnsanın içi almıyor resimlere, görüntülere bakmaya; gidişata göre gidenlerin ardı yakın gelecekte de kesilecek gibi değil. Başta Amerika, bütün dünya bizimle dalga geçiyor, bizim elimizdeyse koz olarak bir tek "kötü kedi Şerafettin" var. Binlerce kilometre uzağımızdaki ülkeler kendi geçmişlerinin karanlıklarına bakmadan yüz yıl önce soykırım yaptık iddiasıyla bizi ayıplıyor, söz konusu rakamlar her sene geometrik olarak artıyor, bizse ne bilimsel platformlarda ne diplomaside lafımızı dinletemiyoruz, sadece kuru tehdit. Hükümet "borsa düşer haa ona göre" diye diye aylardır yıllardır her türlü aksiyona ayak diriyor, üstelik benim çervremde borsada parası olan kimse yok, hiçbirimizin çevresinde böyle insanlar yok, o insanlar bizim sınırlarımızda bile oturmuyorlar, örneğin Japonya'da ev kadınlığı filan yapıyorlar.<br /><br />Gazetelerde yazılan televizyonlarda gösterilen konuşmaların hepsi yalan; hakiki konuşmaların fikirleri gece başlar yastığa konduğunda şekillenip sabaha ihale salonlarındaki pazarlıklarda kotarılıyor, akşamına yatakta "aklıma sağlık ne iyi ettim" denerek sağlaması yapılıyor. Mesela cin fikirli bir bakan "daha nereleri nereleri satsam da ülkenin faiz borcuna yama, gelecek seçime nohut parası, bizim oğlana da gemi sermayesi çıkarsam?" diye istihareye yatıyor, sabaha salonda kendi ülkesinde tek bir yaprak koparsa kıyametlerin de kopacağını bildiğinden kapağı bu gariban ülkeye atmış <em>yabancı sermaye</em>ye<em> (</em>ki asıl <em><strong>sermaye</strong></em>nin <em>kim</em> olduğu tartışılır tabii) "Gel en güzel dağımın ırzına geç, çil çil altınları kap, bana da biraz bırak" diyor, çıkışta mikrofona "çevreye zarar filan verilmiyor, ajanların kışkırtması bunlar, üstelik ağaç başına şu kadar para aldık" diye demecini patlatıyor, akşam yattığında "iki ağaç üç kuş için amma fırtına kopartıyor bu çapsızlar, altın ulan bu!" diye huzurla uyuyor. Mesela bir başkası "Yetti bu entel laiklerin maskaralıkları, üstelik beş kuruş faydası yok memlekete, kesin yıkıcam o mezbeleleliği." diye hırsla uyuyor, sabah salonda yeni yeni palazlanan din kardeşi müteahhitlere "Yedirir miyiz Taksim'in en pahalı yerini bir avuç günahkar çıplağa? Elbette alışveriş merkezi yapacağız orayı, az bekleyin." diyor, çıkışta mikrofona "AKM'yi yenisini yapana kadar yıkmayacağız, sanat severler müsterih olun." diyor, akşam yattığında "Bu millet nankör, binlerce kişinin para akıtacağı bir güzelim alışveriş merkezi 3-5 çapulcu laik gıy gıy bir şeyler dinleyecek diye feda edilir mi? Üstelik güzelim İstanbul'a yakışmayacak kadar da çirkin. Hani demokrasi, hani halkçılık?" diye mışıl mışıl uyuyor. Mesela bir diğeri gece "Bu TSK'yı ne etsek de rezil etsek?" diye kura kura sızıyor, sabah salonda müttefiklere "Olur mu canım, siz izin vermeden kuş uçurtmayız, yalnız ne zaman nereyi bombalayacağız söyleyiverin de fazla zayiat vermeyin." diyor, sonra mikrofonlara "Sabrımız kalmadı, elimizden bir kaza çıkacak vallahi, sizi gidi sizi!" diye dayılanıyor, akşam yattığında "Bir sortide dolar kaça çıkar? Ya kaçarsa sıcak para piyasadan, dağlara taşlara, kalırız alimallah ortada ti teber, ne fabrika var, ne birşey. Heriflere de söz verdik vurmayacağız diye, ama millet de isyanlarda, ne yapsak ki? Hah sansür tabii, fazla bağırmasın keratalar, yatmaya mı gitti o zibidiler askere? Allahtan bizimkilerin kapı gibi çürük raporu var. Ben en iyisi yarın uçağa atlayıp ortadan bir kaybolayım, gerisi Allah kerim." diye mışıl mışıl uyuyor. Bu paragraf sonsuza ıraksayabilir, o kadar mümbit bu bataklık.<br /><br />Bunlara alıştık yıllardır, geç bir kalem. Benim merak ettiğim tek bir şey var: Dağlarda ölüp giden o canların aileleri; kendi dağlarını delenlerin, zeytinlerini zehirleyenlerin, tatil köyleri kadar ballı getirisi olmasa da turizmini baltalayanların şirketlerinde çalışanlar; borsa morsa bir yana cebinde üç kuruşu bir arada zor görüp belediye sadakasıyla geçinen, çocuğunu okula gönderemeyen, göndermek istese okul, öğretmen bulamayan garibanlar; lafa geldi mi rüşvete yolsuzluğa isyan edip yeri geldiğinde parti üyesi kayınçosunu araya koyup usulsüz tayin, ihale vs. talebinde bulunan şark kurnazları; çocuğunun kuran kursunda eğitilmesinde sakınca görmeyip "bizde teknoloji yok kardeşim, adamlar çatır çatır üretiyor işte" diye kahve köşelerinde yazıklananlar; "herkes inancında serbest" deyip sonra "ama ben zorla başımı filan bağlamam" diye spastikçe krizlere giren okumuş cahiller; "Ama Nişantaşı'nda da onlara mahalle baskısı var!" diye ultra hümanist röportajlar verip kuyruğu ilk sıkıştığında dünyanın muhtelif yerlerindeki evlerine yeni bir yaşam kurmak üzere arkasına bile bakmadan sıvışacak tuzu kuru sürtükler; <a href="http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/7546920.asp?yazarid=72&gid=61&sz=63209">laik ama köşk ödeneğini harcamayıp iade eden cumhurbaşkanına halkın içine karışmıyor, iş adamlarını pohpohlamıyor diye "elit" damgası vurup, dinci ama 4 (5?) sene oturacağı "lojmana" 30 trilyonluk masraf yapacak cumhurbaşkanını "halk adamı" diye nitelendirebilen akıl yoksunları</a>; tüm bu insanlar, bu ülkenin çoğunluğu, bunca yıldır kimlere oy vermiş? Pazar günü kimlerin anayasasına evet demiş? Ya bundan sonraki seçimde kimi seçecekler? O cehennemden sağ çıkıp terhis olabilecekler bir dahaki <a href="http://www.ntvmsnbc.com/news/422135.asp">"şeriat ister misiniz?" anketine </a>bu sefer ne cevap verecekler? Aklını dinle, namusla bozmuş, gerisini koyvermiş o kocaman kitle, iftarını evinde kendi kazandığı rızkıyla açmak dururken sadaka çadırında yapmak zorunda kaldıklarında niye ben yeterli para kazanamıyorum diye, mahallesinde 5. cami açılırken niye asfaltımız, okulumuz, kütüphanemiz yok diye sokaklara dökülecekler mi? Üç gün sonra o kapısından bakıp salyalarımızı akıttığımız AB'nin tek taraflı uyguladığı kuralları uyarınca serbest dolaşabilen 72 milletten nitelikli iş gücü zaten kıt olan iş imkanlarını ellerinden aldığında bu memleketin cahil gençleri "Ben niye düzgün eğitilmedim, niye okulda benim fen dersime mahallenin eczacısı girdi, niye benim laboratuarım yoktu?" diye isyan edecekler mi? Yurtdışına çıktığında "gavurlar ne güzel koruyorlar değerlerini" deyip kendi şehrindeki bütün tarihi mirasın yakılarak yıkılarak otoparka dönüştürülmesine göz yuman hatta katliama ortak olanların yüzü biraz olsun kızaracak mı?<br /><br />Ne demiş adamın teki, yolar yürümekle aşınmaz.<br /><br />Bakmayın bu feveranlara, üç günde biter gider, oğulların da kızların da yaşamı çok ucuz bu ülkede.Ilgaz Gürseshttp://www.blogger.com/profile/15862374864368768145noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-37340658.post-23463206523493201492007-10-23T15:43:00.000+03:002007-10-23T17:16:53.241+03:00olmak ya da olmamak<div>İnsanın başına ne gelirse can sıkıntısından geliyor. Odayı hallettik, ıvır zıvırlar da tamam. Aceleciliğimiz ve görgüsüzlüğümüz yüzünden dünya kadar kitap, oyuncak stoku da oluştu. Hamilelik kitapları tarafımdan döne döne hatmedildiği için ve geriye alınacak birkaç tulum bir de bezleri kalınca, kendimi çocuk yetiştirme tekniklerini okumaya verdim ben de. Zira bu ara başka hiçbir tür kitabı kafam almıyor, konsantre olamıyorum. Halbuki otur Ulysses'i, filan hallet, bir daha kim bilir ne zaman fırsat olur.</div><br /><div></div><br /><div>Neyse, birkaç "soft" sayılabilecek kitap devirip kendimi epeyce "donanmış" addettikten sonra bir çok blog'ta methini okuduğum, internette yazar ve eserini epey tetkik edip Türkiye'de de Türkçe çevirisiyle satıldığını öğrenince bir de <a href="http://www.continuum-concept.org/reading.html">bu kitabı </a>deneyeyim dedim.</div><br /><div></div><br /><div>Yazarın eğitimini anlamadım (okulu yarıda bırakmış), bu ara saçlarım tırnaklarım filan çok iyi durumda ama IQ'm için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Kendisi psikoterapist ve anladığım kadarıyla uzmanlık alanı aile-çocuk terapileri (bildiğim kadarıyla bizde terapist olabilmek için psikolog ya da psikiyatrist olmak şart ama yurtdışında en azından Amerika'da bir takım kurslar alıp sertifikayla bu iş yapılabiliyor.) Kitaba konu olan deneyimlerini Güney Amerika'ya bir elmas arama grubuyla yaptığı, elmas ve kendini bulma amaçlı bir seyehatte tanıdığı bir yerli kabiledeki aile-çocuk ilişkilerini gözleyerek edinmiş. Ailelerin çocuklarıyla ilişkileri, o çocukların batılı akranlarına göre ne kadar huzurlu, mutlu ve sağlıklı büyüdüğü filan (örneğin asla katıla katıla ağlamamaları, "terrible two" denen dönemi yaşamamaları, birbirleriyle ve kardeşleriyle hiç kavga etmememeleri, aileleriyle olan uyumu, saygılı ilişkileri vs.) dikkatini çekince uzun uzun incelemede bulunmuş. <a href="http://www.continuum-concept.org/cc_defined.html"><em>Continuum Concept</em> </a>denen (Süreklilik Kavramı diye çevrilmiş) düşünce tarzı ve kitap işte bu gözlemlerin ürünü (<a href="http://www.continuum-concept.org/reading/restoringHarmony.html">burada</a> da bir danışanıyla ilgili ilginç bir deneyim var).</div><br /><div></div><br /><div>Kavram özetle ve okuduğum kadarıyla son bir-iki bin yıl haricince yüzbinlerce yıldır yapılageldiği üzere doğum anından itibaren çocuğun uyku dahil hiçbir zaman anneyle ya da bakıcısı kimse onunla tensel temasının kesilmemesi (asıl bu ihtiyaç karşılanmazsa -en azından emeklemeye başlayana kadar- anneye aşırı bağımlılık, diğer duygusal travmalar filan görülüyormuş), annenin günlük yaşamına her şartta dahil olması ancak asla ailenin baş ilgi merkezi haline getirilmemesini içeriyor. Yani özel olarak ilgilenmek, şımartmak yok ama sen ne yaparsan görecek, izleyecek, dünyanın hareketini -her anlamda- hissedecek. Bebek anne tarafından sürekli sırtta-göğüste taşınıyor, onunla uyuyor, ne zaman isterse emziriliyor, daima günlük yaşamın içinde yer aldığı için toplumsal kuralları, balta girmemiş bir ortamda yaşadıkları için de doğal şartları bire bir yaşayarak öğreniyor.</div><br /><div></div><br /><div>Anlatım bu kadar masum değil ama. "Batılı ve modern" tarzda büyütülen bir çocukla yapılan karşılaştırmalar ve örnekler öyle iç burkuyor ki (doğar doğmaz ölçüm-tartım-yıkama-muayene için anneden koparılıp alınması, istediğinde değil saate bağlı olarak emzirildiğinde çektiği yoksunluk duygusu, annesinden ayrı tek başına uyumak zorunda kalması vs) insanın bu "canavarlıklar" karşısında gözü doluyor (ki ben hiç ağlak bir hamile olmadım ama bu kitabı okurken ha bire iç ve burun çektim durdum).</div><br /><div></div><br /><div>Okurken o gazla "Tanrım bir dakika bile ayrılmam ben bebeğimden" deyip duruyorum ama bir de acımasız (!) gerçekler var tabii. Öncelikle doğumhanede nasıl söyleyeceğim "inandığım süreklilik kavramı uyaranca yıkamayın, muayene etmeyin, hemen verin kucağıma" diye. Sonra "sling" denen bebeklerin sırtta taşındığı kundak gibi bir şey var, yumuşak ana kucağı. Bebek sırtına bağlıyken insan nasıl yemek yapar, çamaşır asar, vs. bilemedim. En beteri de gece ailece aynı yatakta yatmak ki dün gece bir tarttım, 100 küsür kiloluk ve deli gibi yatan ve piyasada mevcut hiçbir yatağı yeterince büyük bulmayan bir baba ve muhtemelen yorgunluktan kendinden geçmiş bir anneyle 0 3-5 kiloluk canlı nasıl zarar görmeden aynı yatakta uyumayı başarır işin içinden çıkamadım, üstelik emniyet için yorgan yastık filan da kullanılmayacak.</div><br /><div></div><br /><div>Bir yandan bu işin pratikte nasıl çözülebileceğini düşünüyorum bir yandan ipe un serdiğim için kendimi dünyanın en canavar insanı gibi hissediyorum.</div><br /><div></div><br /><div>Öte yandan "Aman biz büyürken böyle şeyler yoktu da fena mı büyüdük yani?" yaklaşımı hiç bana göre değil, hele de bebek bakımıyla ilgili olarak, hatta duyunca acaip sinirleniyorum zira biz büyürken inek sütünün bebeklere zararı bilinmiyordu, ülserin mikrobik olmadığı sanılıyor, klonlanma diye bir şey hayal bile edilmiyordu; yani şu anda dünya biz büyürken ortada olmayan kavramlar üzerine kurulu. Bu yöntem 1970'lerde ortaya atılmış (çok da yeni değil) ama "yöntem" olark ortaya çıkmadan önce de yüzbinlerce yıl anneler bebeklerine böyle bakmışlar zaten, yani yeni bir şey değil. Ama sanırım etrafımızda uygulamasını pek değil hiç görmediğimizden tuhaf geliyor.</div><br /><div></div><br /><div>Okuduğum kadarıyla taşıma ve okuma işi hariç her satırına katılıyorum ama bu iki konuda, -okumadan anlamanın imkanı yok- insanı gerçekten kötü hissettiriyor kitap; o kadar özenerek, araştırarak aldığımız yatak ve puset şimdi bebeğe yapacağımız kötülüğün işareti gibi görünüyor gözüme.<br /><br /></div><div></div><a href="http://www.continuum-concept.org/images/YequanaSling.jpg"><img style="WIDTH: 200px; CURSOR: hand" alt="" src="http://www.continuum-concept.org/images/YequanaSling.jpg" border="0" /></a><br /><div></div><br /><div>Bilmiyorum, en iyisi kitabı bitirip bir kere daha okumak belki. </div><div> </div><div>(<em>Resim </em><a href="http://www.continuum-concept.org/YequanaPhotos.html"><em>bu sayfadan</em></a>)</div><br /><div></div><br /><div></div><br /><div></div><br /><div></div>Ilgaz Gürseshttp://www.blogger.com/profile/15862374864368768145noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-37340658.post-15488581227033809672007-10-16T12:10:00.000+03:002007-10-16T13:31:35.706+03:00bayram seyranBayramı da bitirdik günlük; 30. haftaya girdik, geri sayım başladı sanırım. Dün kontrolümüz vardı, herşey yolunda. Doğum konusunda konuştuk biraz, zamanlamasını filan. Doktor o sırada ben fark etmeden tarihten yönteme geçip"Sen yapabileceğini hissediyor musun?" diye sordu bana pat diye? "Nasıl yani?" dedim, "yapamayacağımı hissetsem içeride mi kalacak?" Meğerse normal doğumdan bahsediyormuş. "Senin yerine ben doğuramam, ben sadece ara ara gelip tezahürat yaparım sana, acıyı çekecek olan sensin." gibi birşeyler söyledi, süper destek! Anladığım kadarıyla çok kararlı olmak lazım bu hususta, bakalım şimdilik işin zorluğunu düşünmemeye çalışıyorum, düşünmeyince de zor olur gibi gelmiyor ama dün ilk kez korkmadım desem yalan olur.<br /><br />Bayram pek bir ağır çekim geçti. Öncelikle en sonunda trüf yaptım. Sağ olsun marifetli blog kadınları. Cuma günü yarım gün olmasını fırsat bilip o trafikte taa Gimat'lara gidip kuvertür, çikolata kağıdı filan aldım. Artık küçük paket bitterleri evin muhtelif dolaplarına saklama ama yine de nasıl beceriyorsa Hanereisi tarafından yarı yolda çikolatasız bırakılma derdim yok. Tevekkeli değil eskiden annesi misafirlerine yaptığı tatlıları, ikram edene kadar para kasasına koyarmış. Gerçi 2.5 kiloluk kütleyi görünce pek bir tezahura yaptı ama feci tehdit ettim, bakalım ne kadar etkili olacak. Trüfleri portakallı-bademli ve kahve likörlü-fındıklı yaptım, muhteşem oldular.<br /><br />Bayram ziyaretleri de kendiliğinden pek kolay oluverdi. Gideceğimiz birkaç aile büyüğü şehir dışındaydı, kalanlar da tam biz yola çıktığımızda en büyük mercide olunca biz de kapağı oraya atıp uzun uzun oturduk ve herkesi bir seferde aradan çıkarmış olduk. Bu tür ziyaretlerden ziyadesiyle sıkılan Hanereisine de gün doğdu böylece.<br /><br />Pazar günü biraz temiz hava alıp göl kıyısında yürüyelim diyerek rotayı Abant'a kırdık. Biz evden çıkarken ılık bir sonbahar havası vardı, yol boyu hava kışa döndü. Abant 3-4 derece civarında seyrediyordu ve sürekli yağmur yağdı. Sırtımızdaki incecik merserizelerle arabadan burnumuzu çıkarmak pek mümkün olmadı. Onca yolu göl çevresinde arabayla turlayıp bir yemek yemek için gitmiş olduk. Çıkarken tahta kaşık almak üzere girdiğimiz köylü pazarındansa kendimizi dışarı nasıl atacağımızı şaşırdık resmen. Bir tür kapalı çarşı olmuş orası, 4-5 dükkan var, sahipleri gelen müşterileri her yandan çekiştiriyorlar, bağırıyorlar gel gel diye. Hele kadının teki yapıştı koluma bırakmıyor, illa bir yandan diğer eliyle mıncıklayıp ufaltmakla meşgul olduğu çikolatalardan "gözün kalır ye bak" diye tattıracak bana. Gözüm filan kalmadı ama bir ara karardı gerçekten.<br /><br />Yollarsa felaket kalabalıktı. İhtiyaç molası için durduğumuz tesiste bizim milletin özellikle kadın kısmının ne kadar umutsuz vaka olduğuna bir kez daha kanaat getirdim. Her ile üniversite açmayı hedefleyeceklerine, allahın günü eğitimde başka sıkıntı yokmuş gibi din eğitimi nasıl olmalı konusunda kafa patlatacaklarına mevcut liseleri de kapatıp temel medeniyet kuralları kurslarına döndürseler daha hayırlı bir iş yaparlar bence. Zira en "aç" oldukları dini bilgiler filan bir yana bu insanlara matematik, dil, felsefe, tarihe filan gelene kadar hijyen, edeple kuyruğa girmek, girdiği kuyrukta tepişmeden beklemek (sanırım ittirince daha çabuk ilerlediğini sanıyorlar sıranın), sıpasına sahip olmak (hakikaten veletlerinden de midem bulandı), kalabalık içinde birbiriyle öküz gibi böğürmeden konuşmak, el kadar havasız tuvalette sigara tüttürmemek, insanların el yıkaması için yapılmış lavabolarda o itiş tepiş arasında kırk kat mantoyu, eteği sıyırıp her yere su sıçratarak abdest almamak filan gibi en basit davranış bilgileri lazım bizim hanımlara. Bu kadınların yetiştirdiği çocuklar da aynı anneleri gibi olacağından beterin beteri bir nesil geliyor derim ben. Kıyafetlerinden çoğunun "dini bütün", kalanının da az buçuk eğitimli olduğu anlaşılan (e park yerindeki arabalardan fakir olmadıkları da rahatça söylenebilir) ama bizi taş devrindeki hemcinslerimizden ayıran en temel hasletlerden yoksun bir kadın sürüsüyle yaklaşık yarım saat tuvalet kuyruğunda bekleyince sıtkı mıtkı her şeyi sıyrılıyor insanın. Erkeklerin vaziyeti de aynı tabii ama kadınların ilkellikleri beni daha çok yaralıyor nedense.<br /><br />Günler tekdüze, bekleyerek akıp gidiyor yine, biraz hızlanamaz mı ki acaba?Ilgaz Gürseshttp://www.blogger.com/profile/15862374864368768145noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-37340658.post-10974595473683249162007-10-02T11:14:00.000+03:002007-10-02T11:16:36.865+03:00yardımSevgili blogcular, Ilgaz ya da Abant'ta kalıp da memnun kaldığınız ya da ününü duyduğunuz otel var mıdır acaba?Ilgaz Gürseshttp://www.blogger.com/profile/15862374864368768145noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-37340658.post-22439494501049556362007-09-26T12:03:00.001+03:002007-09-26T14:28:07.037+03:00babyblueBen çok fena tırstım bu çocuk işinden. Neredeyse 7 ay bitecek, manasız bir ruh hali içinde olduğumu biliyorum tabii ama ne yapayım ödüm kopuyor işte. Yok, doğum sancısından, acısından filan değil, sonrasından. Bu koca dünyada dilinden, hiçbir şeyinden en ufak bir şey anlamadığım bir canlıyla ne yapacağım nasıl baş edeceğim diye korkuyorum. Gelişini öğrendiğim günden itibaren cilt cilt kitap devirdim, deviriyorum. Netten bulduğum her satırı okuyorum, hele blogcular çok faydalı oluyor, ama okudukça, öğrendikçe umutsuzluğum artıyor. Hamilelikle ilgili olanlarda bir şey yok, bu süreçte olay daha çok benimle ilgili zaten. Ama sona yaklaştıkça ileride okumaya vaktim olmaz diye 0-1 yaş kitaplarına geçtim ki kabuslarım işte o zaman başladı. Elektronik eşyaların kullanma kılavuzlarının arkasında olası problemler kısmı olur hani, <em>troubleshooting</em> denen, işte o kitaplar safi troubleshooting! Ne çok detay var, ne çok sorun, sıkıntı. Öncelikle sağlıklı doğacak mı tabii. Sonra yemesi ayrı, giyinmesi ayrı, uykusu, hastalığı, gelişmesi, neyle oynayacak, ne dinleyecek, kakasının rengi, banyosunun sıcaklığı ... Bir de halihazırda bebek sahibi olanların kendine güvenli, her şeyi çözmüş, anlamış halleri deli ediyor beni. Bebek ortaya çıkınca insana bir bilgelik mi geliyor akabinde otomatikman anlamadım ki. Nereden biliyorlar örneğin ne kadar emmesi ne kadar uyuması gerektiğini ve nasıl bu kadar eminler? Daha bunlar temel bakım konuları. Büyüdükçe ihtiyaçları da değişecek, kişiliği, tavırları, rutini. Deli oluyorum, sıyıracağım yakında.<br /><br />Ben böyle dipsiz kuyularda merdivensiz debelenirken Hanereisinde tık yok. Daha lütfedip isim bile düşünmedi. Baba olmayı cüzdan açmaktan ibaret sanıyor sanırım. Ne beni ne bebeği umursadığı var. Sanki karnımda büyüyen şey bize ait bir canlı değil. En ufak bir sevinç, heyecan yok. Bu kadar endişeme bir de ciddi ciddi bu bebeği yalnız büyütme durumunu kuruyorum kafamda. Zira herhangi bir konuya katılmaya hiç niyetli görünmüyor, bari ayağımın altında dolaşmasın.<br /><br />Bu gerginlikle bebeği de gerdiğim mutsuz ettiğim endişesi de işin bonusu. Ne uyku kaldı, ne huzur. Bu dönemin insanın en sakin, mutlu dönemi olması gerekmez miydi, yoksa o da mı benim hüsnü kuruntum?<br /><br />Doğum öncesi depresyonu diye bir şey varsa şu ara tam ortasında bulunuyorum.Ilgaz Gürseshttp://www.blogger.com/profile/15862374864368768145noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-37340658.post-58031007915118603592007-09-17T11:54:00.000+03:002007-09-17T17:28:11.362+03:00izinSevgili ex-hamileler ve halihazırda koca göbekliler,<br />süt izninin toplu kullanılması halinde (biliyorum mevzuatta yokmuş ama işverenle anlaşmaya bağlı olarak mümkün olabiliyormuş) izlenecek hesap yöntemini biliyor musunuz?<br />Bizim işyerinde fazla kadın çalışmadığından bu konuya daha önce kafa yorulduğunu sanmıyorum, o yüzden adamlara akıllarına yatabilecek bir alternatif götürmem gerekecek korkarım.<br />Şimidi ben şöyle bir hesaplama yaptım:<br />Bir sıkıntı olmayacağını varsayarak, doğum öncesi 8 haftalık iznin 5'i sonraya atılacağından doğum sonrası 8+5 hafta olmak üzere 13 hafta=91 gün yasal ücretli iznim var. Sonrasında günde 1,5 saatten haftada 7,5 saat=1 tam gün olarak süt izni verilebilirse 1 yıl için 52 gün toplam süt izni olur. Bunun 13 haftaya denk gelen 13 günü zaten kullanılacağından kalan 52-13 =39 hafta için 39 gün izin kalmış olur. Bu durumda doğum sonrası 91+39=130 gün= yaklaşık 18,5 hafta=yaklaşık 4,5 ay gibi bir izin süresi olur.<br />Bir de malum bu veletler söylenen günde pek gelmiyorlar, eğer bebek hesaplanandan örneğin 2 hafta çönce teşrif etmeye karar verirse ya da doktor öyle uygun görürse doğum öncesi alınacak 3 haftalık iznin (yine bir sorun çıkmadığı varsayılarak) 2 haftası yanıyor mu?<br />İlgilenenlere şimdiden teşekkürler.Ilgaz Gürseshttp://www.blogger.com/profile/15862374864368768145noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-37340658.post-20373591199286065042007-09-13T09:58:00.001+03:002007-09-13T14:32:10.788+03:00tatil bittiArayı soğutunca yazmak da zor oluyor. Halbuki epeyce şey birikti.<br /><br />Tatile gittim döndüm. Elimi hiçbir işe sürmedim. Ye iç yat yüz şeklinde 3 hafta geçirdim. İlk hafta yeğen kurabiyesiyle beraberdik. 1,5 yaşında ama plajda garsonlara adlarıyla hitap ederek sipariş veriyor, serçeye, martıya kuş demiyor illa serçe ya da martı, ne kadar dolambaçlı yollardan götürürsen götür parkın yolunu bilip seni oraya yönlendiriyor, elini filan bir yere çarptıysa, acıdı öp diyor, en bi ciddi ifadeyle ipod dinliyor. Böyle acaip birşey işte.<br /><br />Karnım ve geri kalan kısımlarım epeyce büyüdü. Feci iştahım var. Yemekten bir saat sonra şimdi ne yesem diye düşünmeye başlıyorum. Bir de mide yanması geri döndü ki bu da yanmayı bastırmak için daha fazla yemek ihtiyacı duymam anlamına geliyor. Yazı yazlıkta mayo, şort, askılı tişörtlerle atlattık, sonbahar ve kış kötü. Fazla birşey almak istemiyorum. Öte yandan her sabah gardrobun önünde ne giyeceğim diye ecel teri döküyorum. En fenası da ayakabılara girmiyor ayağım. Umarım kalıcı olarak büyümemişlerdir.<br /><br />Tatilde deli gibi yüzdüm, iyi oldu. Hanereisi de büyük bir süpriz yaparak bir hafta bizimleydi. Ama tembellikten 50cm dibindeki limonata gibi denize 3-4 kere girdi. Tanrım ne olur oğlum babası gibi üşengeç olmasın.<br /><br />Cumbabamızın seçilmesi herkesi depresyona soktu, daha çıkan yok. Babam sabahın üçlerinde uzun yürüyüşlere başladı. Annem barut fıçısı. Kazayla televizyon açılıp bu konular konuşuldu mu tumturaklı küfürler savruldu evde. Normale ben de öyle olurdum ama bu ara sakinlik mi desem durgunluk mu, işte bir salaklık musallat oldu bana, üzülme, sinirlenme fonksiyonlarım devre dışı kaldı. Hormonlardan sanırım.<br /><br />Henüz bebeğin ismine karar veremedik. Daha doğrusu benim kısa listem hazır ama babamız veremedi. Daha da doğrusu düşünmeye üşeniyor. Bu son dakikacılık huyu mahvediyor beni. O amaçla götürmemiştim gerçi ama tatilde bitirirsem bitiririm olmadı emekliliğe kalır diye götürdüğüm Yunan mitleri kitabını kardeşle delik deşik ettik, Adonis, Poseidon, Herakles diye dolaştık bir süre. Babam "Kutatgubilig hem öztürkçe hem özgün" diyerek işi iyice sulandırdı. Hanereisi "Necmettin olsun bari, ne güzel" diye dalga geçince, Nurettin, Vahdettin gibi isimler takıp dalga geçmeye başladı millet. Ben de sonunda Şahsettin'de karar kıldım. Bari orijinal olsun. Gazetede vardı, bu Şahsettin denen adam karısıyla, birbirlerinden habersiz aynı kupunu yatırıp lotoyu kazanmışlar; hem isim karizmatik, hem şanslı, daha ne olsun. Geçenlerde "filancalar bebeklerine şu ismi koymuş" dedim, manasız gözlerle bakarak "e daha çocuk doğmadı ki!" dedi bana. Sabır yarabbim.<br /><br />Gazete deyince, Çölaşan sepetlenince ailece Doğan grubu gazetelerini bıraktık. Birkaç Cumhuriyet girişimimiz oldu ama o da kederimize keder katıp bizi iyice bedbaht edince aman gazeteyi napıcaz moduna girdik. Televizyon zaten neredeyse hiç açılmadı. Eskiden bıraksan 24 saat haberlerin başından kalkmayan babam bile "böyle daha iyiymiş ya, ne gerek var kasmaya" dedi.<br /><br />Bu arada klasik müzik festivalinden de geri kalmadık. Ben sarkıtıp oturduğum vakit ayaklarım fil ayağı gibi olduğundan gece konserlerine gittik sadece, ama güzeldi. Bir gece Adnan Saygun çalıp beni ölümün eşiğine getirdiler gerçi ama o kadar kusur olacak artık. 45 dakika boyunca horlayan, sıkıntıdan kıpır kıpır yerinde duramayan insanlar parça bitince bir alkış bir kıyamet oldu ki şaşmamak elde değil. Ne anladılar da neyinden zevk aldılar bilmem. Olmuşuz biz demek ki.<br /><br />Her güzel şey er geç bitiyor, ben de eve döndüm sonunda. 2 gün boyunca Tepikbey (bu da fena isim değil) için alınacaklar listesi yapmakla uğraştım. O ne teferruat allahım. Daha kıyafet hiç yok içinde ama liste padişah fermanı gibi. Pusetlere bakalım diye biraz da meraktan yeni açılan alışveriş merkezine gittik hafta sonu ve ben yine memleketten nefret ettim. Kapalı mekanlarda sigara içmek yasak madem alışveriş merkezlerinde niye serbest anlamıyorum. Yiyecek kısmında yanımda yöremde içilmeyen bir masa bulacağım diye 4 masa değiştirdim. Yine de illa ki birileri gelip burnumun dibinde tüttürdü. Hadi elin kadınını hamile diye takmıyorlar, masada çoluk çocuk oturanlar nasıl bu kadar rahat içiyorlar aklım almıyor. Yarım saat içinde yiyip kalkana kadar boğazım perişan oldu, bebek ne kadar rahatsız oldu bilmiyorum. Bu ülkede yaşamak gerçekten çok zor.<br /><br />Durum şimdilik budur.Ilgaz Gürseshttp://www.blogger.com/profile/15862374864368768145noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-37340658.post-752336831895837382007-08-13T12:01:00.000+03:002007-08-14T12:58:42.782+03:00suSusuzluk pis bir şey. Ondan da pis olanı bu korkunç durum karşısında belediye başkanının tavrı, pişkinliği. Haftasonum kendilerine uygun biçimde saygılarımı sunmakla geçti, zira cuma günü yola çıkan su bize ancak pazar öğlen teşrif edebildi. (Bu arada başkan istifasını isteyenleri saçmalayan militanlar olarak nitelendirmiş, tebrikler.)<br /><br /><br /><a title="http://www.odtumd.org.tr/baglantilar/susuzAnkara.pps" href="http://www.odtumd.org.tr/baglantilar/susuzAnkara.pps">http://www.odtumd.org.tr/baglantilar/susuzAnkara.pps</a> bağlantısında sayın başkanın işi allaha havale etmesinin gerçekten de ne kadar rasyonel olduğu bir kere daha anlaşılıyor. Ben geliyorum diye bas bas bağırmış susuzluk. Ama tabii işi takdiri ilahiye o da olmadı küresel ısınmaya havale etmek dururken rakamları, bilimsel girişimleri filan kim ne yapsın. Bu küresel ısınma lafı da aynı trafik canavarı gibi bir şey. Tek fark terminoloji bize ait değil. Yükle işi soyut bir kavrama, sonra da istediğin gibi at tut.<br /><br /><br />Ama bu da koymaz bizim millete. Gelecek seçimlerde kötü kedi şerafettin yine seçilecek bence. Hele bir tek sorununun tadının acılığı olduğunu, o kadarını da görmezden gelmek gerektiğini söylediği zehirli Kızılırmak suyu akmaya başlasın musluklardan ondan iyisi olmaz. Bu da unutulur gider.<br /><br />Sonunda yarın tatile gidiyorum. Anneanne yemekleriyle şımarsın biraz minik. Umarım dönüşte bir adı da olur, bu gidişle 12 yaşına kadar <em>doğan güneşe karşı yoga yapan boğa</em> filan gibi bir isimle idare edip sonra kendi ismini seçmek zorunda kalacak evladım.<br /><br />Hadi görüşürüz.Ilgaz Gürseshttp://www.blogger.com/profile/15862374864368768145noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-37340658.post-15889521062294625192007-08-06T17:22:00.000+03:002007-08-09T16:52:07.517+03:00Freddy'nin DönüşüYorgunum günlük ve bir türlü dinlenemiyorum. Tam 10 gün boyunca bir ev dolusu ustayla cebelleştim. Hanereisi her zamanki gibi zamanlamasında harikaydı, basıp gitti. Zavallı annem babam da seçim için gelip resmen rehin kaldılar. Allahtan onlar var yoksa şu anda bebiş de ben de öte tarafta olurduk herhalde. Haziran gibi yapıp bitirilmesi gereken bir sürü tadilat işi bu aya kalınca, bir yandan ben artık tatile gitmek istediğimden, bir yandan kapıda bekleyen su kesintileri kabusu derken bir haftaya bir aylık iş sıkıştı, günlerce popomuzu koyacak sandalye dışında birşey bulamadık evde, aynı anda beş ustaya dert anlattık. Tozun, harcın girmediği tek delik, yıkanmayan silinmeyen tek çöp eşya kalmadı. Yardımcım, annem ve ben evi üç günde ancak temizleyebildik. Sonunda bitti ama ben de bittim, hala sancım var, hala sabahları yorgun uyanıyorum, değil egzersize parmağımı oynatmaya mecalim yok.<br /><br /><br /><br />Bu arada bulantılarım, yanmalarım bitmişti ama üç gündür yine geri geldiler, delireceğim. bu seferki psikolojik mi merak ediyorum doğrusu, vücudum bana haddimi bildiriyor da olabilir. Öyleyse yerden göğe haklı bu sefer.<br /><br /><br /><br />Bizim miniş oğlan çıktı. Alışmam epey zaman aldı ama sonunda kabullendim sanırım. Niye o kadar emindim kız olacağından bilmem. Bir ismi olsa belki işler daha kolay olacak ama daha o fasla gelemedik. Odası, mobilyası, şusu busu derken sanırım yorucu işler önden bitsin keyfi sonra yaparız dedik karşılıklı hanereisiyle. Hoş o pek bu "yorgunluk" seanslarına iştirak edemedi ama neyse. Kısa bir listem var elimde, 5-6 isimlik. Henüz açık etmedim evde. Hanereisi bu isimleri beğenmezse "9 ay ben taşıdım, benim midem bulandı, vs" diye bık bık etmeyi planlıyorum.<br /><br />20. hafta bitmek üzere ama ben daha tekme filan hissetmedim. Bazen paniğe kapılmıyor değilim bu nedenle. Ya ben hissiz bir anneyim ya da bizimki pek bir efendi uslu oturuyor yerinde.<br /><br />Şimdilik durum budur. Kal sağlıcakla.Ilgaz Gürseshttp://www.blogger.com/profile/15862374864368768145noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-37340658.post-35494402472217166382007-07-09T11:50:00.000+03:002007-07-11T16:56:58.857+03:00İsmi lazım değilCumartesi günü pazardan karadut aldım.<br />Pazarcı böğürtlen diye satıyordu.<br />Bir de izahat veriyordu, ahududu da diyorlar buna diye :)Ilgaz Gürseshttp://www.blogger.com/profile/15862374864368768145noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-37340658.post-50728588031906551262007-07-06T10:21:00.001+03:002007-07-06T10:42:21.948+03:00ıvır zıvırEddy Murphy'nin oynadığı bir karakter vardı hani, çok şişman bir adam, giysilerim üzerime olmadıkça işte kendimi aynen öyle hissediyorum. Fazla kilo da almadım ama herşey dar geliyor yine de. <br /><br />İki gündür ev-iş yolumda başıboş bir eşek görüyorum. Hayvancağız yolda mecnun gibi dolanıyor. O güzergahta köy, çiftlik gibi bir yerleşim yeri de yok, nereden kaçıp geldi oraya bilmem. Hayvan aç susuz asfaltta zigzaglar çiziyor çok fena. Üstelik arabaların sürat yaptığı bir yer orası, korkunç bir kaza olması an meselesi. Kime haber vermeli ne yapmalı bilmiyorum.<br /><br />Dün kendimce ruhsal detoks yaparak neredeyse 6 aydır sebepsiz yere araşmadığımız çok yakın bir arkadaşımı aradım. İyi oldu epey rahatladım ama yine de -en azından bende-hafif bir kırgınlık kaldı geride. Karşılıklı yoğunluk, içe kapanma, minik bebekle uğraşma (onun) gibi bahanelerimizi sıraladıktan sonra arkasından sık sık atıp tuttuğumuz bir başka ortak arkadaşımızla sık sık görüştüklerini söyledi. Nasıl turşu nasıl perhiz bu şimdi. Kapatırken de karşılıklı araşalım görüşelim vaatlerinden itinayla kaçındık. Özetle aramam iyi oldu ama sonuç beni o kadar da mutlu etmedi haliyle.<br /><br />Son olarak 10 puanlık uzmanlık sorusu: duvar kağıdı, koltuk döşemesi ve perde üçlüsünden önce hangisine karar verip diğerlerini ona uydurmalı?Ilgaz Gürseshttp://www.blogger.com/profile/15862374864368768145noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-37340658.post-40001610557477284112007-06-29T11:12:00.000+03:002007-06-29T11:54:00.624+03:00pembe mi mavi mi3,5 ay itibariyle durum raporu: perişanım stop imdat stop<br /><br />Bulantılar geçeceğine iyice arttı, önceden sadece midem boşken bulanırdı, şimdi yesem de kar etmiyor. Doğru dürüst beslenemiyorum, bu da müthiş suçluluk yaratıyor tabii. Halbuki kendimi süper sağlıklı bir döneme o kadar hazırlamıştım ki, patlayana kadar meyve sebze yiyecek, omega 3'ümü, vitaminimi, suyumu, sporumu ihmal etmeyecek, üstüne saçıma cildime de iyi bakıp bu dönemi hasarsız atlatacaktım. Gel gör ki kader ağlarını öyle örmemiş işte. Bütün gün kustum kusacağım diye geziyorum, sıcaktan ve midemin yanmasından zar zor uyuyabiliyorum, gece 10 kere filan tuvalete kalkıyorum, sabaha karşı daldığımdaysa önce sesi sonuna kadar açık cami hoparlörleri sayesinde imamlar kulağımın dibinde haykırıyor adeta, onlardan bir saat sonra da yan taraftaki inşaat işçileri mesaiye başlıyorlar. İyi dinlenemediğimden yürümeye halim, yüzmeye gidesim de olmuyor, bulantıya az da olsa iyi gelen yegane şey ekmek olduğundan vücudum gittikçe amorflaşıyor, dır dır dır, vır vır vır. Ama ama bu çok mutlu bir dönem olacaktı sözde, 3. aydan sonra çok enerjik olacaktım, nerede devlet, nerede verilen sözler?<br /><br />Neyse tecrübeler bunların geçici olduğunu söylüyor, 2 hafta daha veriyorum ben de, geçti geçti, geçmedi ... geçmedi, çekeceğiz mecbur, yapacak bir şey yok.<br /><br />Bir de cinsiyet sorunsalı var tabii. Bu sene doğum yapacak ne kadar tanıdığım varsa <a href="http://huysuzvetatli.blogspot.com/">blogcular</a> da <a href="http://www.sugibi.blogspot.com/">dahil</a>) oğlu olacak. Biz hanereisiyle bugüne kadar hiç renk vermedik bu konuda. Kayınvalidem (ki onun bu konuda merak ettiği yegane şey bu, yüklü miktarda bahse filan mı girdi bilmem) haricinde aileden kimsenin de umrunda değilmiş gibi görünüyor (gerçi kardeşim yaramaz oğlundan sonra bana uslu bir kız diliyor, annem "içime kız gibi doğuyor vallahi, ayy ne şirin" diyerek "tarafsızlığını" sergiliyor, kardeşimin eşi "bizimkine azmaya eküri lazım" diyerek oğlan istediğini dürüstçe dile getiriyor, bu durumda tek tarafsız, ya da tarafsız görünen sadece benim doğru dürüst yemek yiyemememi dert edinen babam ve hanereisi kalıyor galiba). Baştaki problemler, yaş meselesi filan "sağlıklı olsun da" lafını en içten şekilde söyletti bize ama sular durulup işler yolunda gitmeye başlayınca benim bilinç altına ittiğim en pis arzularım su yüzüne çıkmaya başladı; itiraf ediyorum: kız istiyorum ben ya. Tamam sağlıklı olsun, akıllı, güzel, söz dinler, neşeli, sevimli, hayırlı vs. olsun ama bir de kız olsun lütfen. Gözümü kapayınca hayalimde canlandırdığım bebek-çocuk hep kız niyeyse, oğlan çıkarsa alışana kadar epeyce bocalayacağım sanırım, siparişim öbür türlü ya. <br /><br />Gerçi yine kuyruğu dik tutup bu aralar belli olmuş olmasına rağmen 2 hafta sonraki kontrolü bekliyorum. Kendimi çok kaptırmamaya çalışıyorum ama yine de, bakalım hayırlısı.Ilgaz Gürseshttp://www.blogger.com/profile/15862374864368768145noreply@blogger.com12