8.12.06

Yıl biterken

Biraz daha yazmasam depresyona gireceksin günlüğüm, bunalım küpüm, biliyorum, iyisi mi arayı azıcık kapatayım.

Gerçi bir saattir düşünüyorum ne yazsam diye ama kayda ve kaydetmeye değer birşey bulamadım maalesef. Ev-iş-spor salonu üçgeni içinde yuvarlanıp gidiyorum işte. Aslında vaziyet hiç iç açıcı değil: evde yalnızım, iş aynı ruhsuz halinde, salonda ise hayal kırıklığına ve ümitsizliğe kapılmama az kaldı. 1 ayı devirdim değerlerde tık yok. Haftanın en az 4 günü canım çıkıyor ama gram değişim yok. Sadece kondisyonum daha iyi ve kaslarım biraz güçlendi, o kadar. Bu işte bir yanlış var ama nerede bilmiyorum. Yediğime içtiğime dikkat edeceğim diye doğru dürüst yemek de pişirmiyorum, bir şey değil bloglardan indirdiğim tarifler dağ haline geldi, gördükçe moralim bozuluyor, kim deneyecek bu kadar şeyi diye. Bu yemek yapma işi zaten tamamen antrenmanla ilgili, biraz yapmayınca hamlıyorsun. Geçenlerde hanereisine yolluk olarak bir kek yapayım dedim, aman aman. Noel Baba'dan dileğim bu sene çok para sahibi olup kişisel antrenör tutabilmek, bir an evvel istediğim ölçülere kavuşup yine mutfağıma dönmek. Fazla birşey sayılmaz be baba!

Havalar sular bir felaket, daha doğrusu felaket kapıda. Küresel ısınma önce Ankara'yı vurdu sanırım, hava bahar gibi. Göçmen kuşlar bir türlü göç etmiyormuş o yüzden. Suyu ise yakında sadece pet şişede görebileceğiz sanırım. Biraz daha yağmur yağmazsa hem hava kirliliğinden boğulup gideceğiz hem de su kesintilerine başlanacağı müjdesini verdi sayın belediye başkanımız, suyu tasarruflu kullanacakmışız. İki yıldır yeşillendireceğim diye dağı taşı sulayan, patlak su borularını günlerce onarmayıp mahlallelere zoraki pastoral hayat yaşatan benim sanki. Bu şehir ne güneh işledi de yıllardır ceza olarak çekiyor bu adamı bilmiyorum.

Geçen sene kötü geçen yılbaşının acısını çıkarmak için bu yıl işe erken giriştim, herkese hediye almaya başladım. Evde de güzel bir sofra ve bol bol televizyon olacak sanırım. Kulağa hiç de çılgın gelmediğinin farkındayım ama geçen sene 9'da ve son derece mutsuz şekilde yatıp uyuduğum için bu kadarı bile yeter adam olana diyorum. Belki son anda bir delilik yapıp evi bile süslerim, belli olmaz!

Salondaki pilates hocasına çok karışık hisler beslemekteyim. Kızın vücudu harika, bir gram fazlalık yok, feci esnek, fakat çok da tatlı oluşu nefret etmemi engelliyor. Yine de egzersiz sırasında aynada yan yana halimizi görünce sinir oluyorum elimde değil.

Hükümet sonunda sözlüklere de el atmış, irtica'nın tanımını değiştirmişler. George Orwell haltetmiş, ne senaryolar yazıp uyguluyorlar bu memlekette, ömrü yetseydi de gelip feyz alabilseydi keşke.

Son zamanlarda film-oyun namına ne seyrettiysek fiyasko çıktı. Casino Royal tüm hareketliliğine ve Daniel amcanın karın baklavalarına rağmen seriden bağımsızlığını ilan etmiş olduğundan sadece geçer not aldı. Babil'i oturup Bush-Blair-Chaney üçlüsü seyretsin, kör gözüm parmağına filmleri sevmiyorum işte. Taş Meclisi taş gibi oturdu midemize, güzelim kitap nasıl bu kadar iç kıyıcı hale sokulmuş bilmem, işi Monica hanımın göğüsleri ve poposuyla kurtarmaya çalışmışlar ama yanlış film, yanlış popo. Grunge saçını başını yolmadan izeyebildi mi acaba filmini merak ettim. Bir de tiyatro fiyaskosu: Oyun Atölyesi'nden Hırçın Kız. Bu da Shakespeare'i yattığı yerde fır fır döndürmediyse ben de şapkamı yerim. Kadın erkek ilişkisinde kadının erkek tarafından baskılanmasını, evcilleştirilip boyun eğdirilmesini anlattığını iddia etse de pek yemedik, yemediğimiz gibi az daha kusacaktık, o kadar. Kate'i oynayan kadının isterik halleri ve çığlıkları -bir satır repliğini bile bağırmadan söylemedi-, kocası rolündeki zibidinin "Gaffur"vari debelenmeleri -pijaması, kirli sakalı, boyu posu ve konuşmasıyla tam bir ilham perisi olmuş adama-, kurgunun sıkıcılığı, oyuncuların soytarılıkları oyunu tam bir sirke çevirmiş. Haluk Bilginer zahmet edip bir provaya bile gitmemiş sanırım. Bunlarla kalmayıp kiraladığımız DVD'lerden de bir hayır gelmeyince (adlarını hatırlamıyorum bile) kendimize toz kondurmayıp, sinemanın kötü bir döneme girdiğine kanaat getirdik. Tiyatrodan beklentimiz zaten o kadar yüksek değil, senede 6-7 oyuna gideriz, biri, taş çatlasa ikisi iyi çıkarsa mutlu oluruz. O kontenjanı da daha önce doldurmuştuk zaten (zavallı arşivimi imha etmeseydim döner bakardım neymiş diye, snıff). Giderayak 3 oyuna daha biletimiz vardı, biri gitti, biri yandı, elde var bir.

Son 6 aydır o kadar içime kapandım ki, kimseyi göresim, konuşasım yok. Geçen gün yukarıda bahsettiğim bir tiyatro biletini hanereisi yok diye yaktım, eskiden olsa illa ki birini ayarlar giderdim. Kimseye dert anlatmak, kimsenin derdini dinlemek istemiyorum. Anlatacak iyi bir şeyim yok, kimsenin mutluluğunu da dinlemek istemiyorum. Zaten ufacık olan çevrem giderek buharlaşıyor, hatta geriye pek bir şey kalmadı sanırım. Tabii şairin dediği gibi, kimsenin suçu değil bu, bu benim suçum. Diğer maddelerin yanında suçlarımın temize çekilmesini de 2007'ye havale ettim, hiç halim yok şimdi.

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home