21.1.09

vaziyetler

Kuzunun uyku karnesi düzelmeye başlamıştı aslında. Son iki haftaya kadar yeni bakıcımız (yeni bir bakıcımız var artık) gündüz gayet güzel uyutuyor, gece de ben yatağına uyanık yatırıyordum, o da yatakta biraz debelenip uyuyodu. Gece de en fazla iki kere uyanıp saat 6'ya kadar güzelce uyuyordu. Ta ki 6. hastalık denen hastalığa yakalanana kadar. Herhalde gittiğimiz oyun grubundan kaptı, 3 gün 38'den aşağı indiremedik ateşini. Şuruplar, sık sık ılık duşlar filan kar etmedi. Neyse ki 4. günde bitti. Geceleri ateşten doğru dürüst uyuyamayınca ve ateş de çok yorduğundan sonrasındaki 3-4 gün uyudu da uyudu. Öyle çok uyudu ki (tabii onun standartlarına göre) artık hiç uyumuyor. Dişler de biraz kabarmş, belki de ondandır.

Bu arada çocuk doktorunun ulaşılabilir olmasının ne kadar öemli olduğunu anlamış bulunuyorum. En son methini duyup meşhur bir profesöre götürmüştüm kuzuyu. Adam gerçekten ilgili ve bilgiliymiş. Gel gör ki bu ateş zamanında mümkün değil ulaşamadım. Cep telefonu da sekreterinde, kadını her aradığımda "biz size döncez" deyip durdu. Artık sonucusuda "zahmet etme canım" deyip yüzüne kapattım.

Eski bakıcıya daha fazla tahammül edemeyeceğimi anlayınca onu kibarca yollayıp tekrar ajansın yolunu tuttum; ilk seferinde görüştüğüm adaylardan biri hala boştaymış. Ben de bir deneyeyim dedim. Tahtalara vurayım şimdilik çok memnunum. Bu arada bir de bir günlük bir Natalya maceramız da oldu, onu da arz edeyim yeri gelmişken. Efendim, bizimkilerin bir tanıdıklarının bir tanıdıklarının oğlunun Rus nişanlısı iş arıyormuş. Memleketinden psikoloji diploması olan Natalya yağız Türk delikanlısına güzide Alanya beldemizde ilk görüşte aşık olup, bir ay içinde tası tarağı topladığı gibi oğlanın ailesiyle yaşadığı eve yerleşmiş. (Bu arada ev bizimkinden görünüyor, o kadar yakın) Oğlan henüz işsiz, ama annesi ve Natalya'yla geldikleri görüşmede "Aslında ben ona çalışma ben sana para veririm diyorum ama kerata çalışmak istiyor hehheh" gibi yüksekten atacak kadar da gözüpek (ailesi de memur emeklisi bu arada). Natalya, -ki kuzu da ilk görüşte aşık oldu galiba, sırıta sırıta bi bakışı vardı ki anlatamam- sıfır Türkçe, derdini anlatacak kadar İngilizce biliyor. Çalışmaya çok hevesli. Ben de önce atladım; kız genç, rahatça eğitebilirim, nasılsa daha epeyce evdeyim Türkçe öğrenir bu arada, oğlan da bir yandan Rusça öğrenir, Ruslar çalışkan olur, üstelik psikolog, kuzuyla iyi iletişim kurar filan diye. Bir deneyelim deyip başladık. Kız hakikaten çok şeker ama Türkçe bilmediğinden kuzuyla iletişim kuramıyor haliyle; ben de hiç öyle aman çocuğum 3 yaşına gelmeden sekiz dil öğrensin heveslisi değilim, öğrensin isterim tabii de önce kendini kendi dilinde güzelce ifade etsin sonra. Haydi kız Türkçeyi zamanla öğrenir dedim ama hem evlenene kadar üç ayda bir memleketine gitmesi gerekecek hem de eli işe hiç yatkın değil. Sonra annem de bir deşti ki daha evlenip evlenmeyecekleri bile belli değil. Kız çok aşık ama oğlan feci kıskançmış, "örtün, Müslüman ol" filan diyormuş buna. "ailem asla izin vermez, zaten çok karşılar burada olmama" diyor. Baktık ki bu iş yaş, aylarımı verip onu kıvama getireceğim, bir de bakmışım vazgeçip gitmiş, kıza "sen manyak mısın niye bir Türk'le üstelik de böylesiyle evleniyorsun?" diye giriştik annemle. Tek söylediği oğlanın aslında çok iyi kalpli, Ruslar'ınsa kaba olduğu. Biraz anlatınca durumundan çok emin olmadığı çoktı ortaya. Helalleştik ayrıldık. Allah yolunu açık etsin, ne diyeyim.

Bu arada evde sıkıntıdan patlamak üzereyim.  Ortada iş miş yok, yaza kadar da bir şey çıkacak gibi değil, bari epeydir aklımda olan dikiş işini öğreneyim diyorum. Ankara'da Ümitköy civarında böyle kurslar bilen var mıdır ki?

16.12.08

işte öyle bir şey

                                                       
Üstte gördüğünüz bu son derece masum suratlı insan yavrusu uyku vakti geldiğinde Mr Hyde misali canavarlaşıp uyumayı reddediyor. 1 senenin sonunda artık bu gerçeği kabullenip kendimi yememem, uyku işini hayatımdan çıkarmaya alışmam lazım. O yüzden günde 40-50 kere söylüyorum. 

Çocuk doktorları bu işi kesinlikle bilmiyorlar (bizim oğlan iki sene annesiyle yattı, ancak öyle uyuyordu; bazı sanatkar ruhlu çocuklar böyledir; alıştırmışsını siz böyle, artık yapacak bir şey yok, vs.)  Anlı şanlı pedagogumuz da bizim kuzu karşısında aciz kaldı. Zaman zaman iyi uyuduğu birkaç gün geçirsek de son durum itibariyle 24 saatlik rutinimiz şöyle:
Gece 20:00'de emerek yatış, 22:00-23:00 civarı ilk uyanış, pış pış, e eee mantralarıyla birkaç dakikada dalış, sonra ortalama olarak 1-1,5 saatte bir haykırmak ve 1 saniye içinde yatakta ayağa fırlamak suretiyle (katiyen mızıldanarak değil) uyanış, 2-3 dakikada tekrar dalış, tam uyudu derken 5-10 dakika sonra uyanış, tekrar pış pış, sabah 5 civarı uyanış, bu sefer yarım saatte (bazen 1 saatte) zorla dalış, en geç 6'da tekrar ve nihayi uyanış, annenin koynunda emerken 15-20 dakika sersemleyiş, 6:30'da güne başlayış.

Şansım varsa 10:00 civarı sabah uykusuna yatış, 30 dakika sonra uyanış. Öğleden sonra artık tam piyango, 15'te de olabilir, 17'de de. Bazen de hiç uyumadan, ama uykusuzluk başa vurduğu için sürekli mızlayarak günü bitiriş.

1 yaş bebeleri günde 12-13 saat uyur diyenler ya ne dediğini bilmiyor ya da bizimki bir tür uzaylı. Rutinler, sakinleştirmeler, kitaplarda yazan, sağdan soldan duyduğum hiçbir şey kar etmedi. Aslında uykusu var, ama uyku kelimesi telafuz edildiğinde bile oğlanı mahvediyor. Artık çareler tükenince ağlatmanın zamanıdır dedi pedagog ama bizimki tam 2 (yazıyla iki) saat ağlayıp yine de uyumayarak beni perişan eyliyor. Geceleri ağlatmaya ise cesaret edemiyorum, apartmanda uyuyan diğer insanlara yazık.

Neyse bu arada 1. doğum günümüzü de eda eyledik 10 gün önce. Özenip manyak gibi hazırlandım, macaronundan cheesecakeine; 50 kişi doyardı o sofrayla. Kalabalık, gürültü, iki ailenin bir araya gelmesi filan, hiç zevk almadım. Sonrasında da tatsız şeyler oldu. Geçti gitti netekim. Ama kuzu müthiş mutluydu, oğlan tam bir sosyal kelebek; herkesin kucağında saatlerce oturdu, oynadı, gıkı çıkmadı. Emmek, kucağıma gelmek aklına bile gelmedi. Bayram sonu millet (nihayet) gidince de resmen bunalıma girdi. Ama seneye evde asla böyle bir şeye kalkışmam, hele de kuzu hala uyumamaya devam ederse; kusura bakma şekerim, annen mutsuz olunca otomatikman sen de oluyorsun. Değmez.

Artık bitsin bu sene değil mi? Kuzumu büyütmek dışında bir tane bile iyi şey olmadı koca sene. Sağlık sorunları, mali sorunlar, ailevi sorunlar... Bir de üstüne kriz geldi, tüy dikti. Artık çalışmaya başlamam lazım ama İK gazeteleri 3 sayfa filan çıkıyır, o da ilan değil, makale  dolu. Vaziyet berbat.

Yetmezmiş gibi bakıcımız feci geveze ve ukala çıktı. Bizim buralara istediğim saatte gelip gidecek adam bulmak çok zor olduğundan katlanmaya mecburum, hele de görüştüğüm diğer tipleri düşünecek olursak bu ehveni şer zaten. Maalesef sürekli dip dibeyiz. Araba Hanereisinde, Hanereisi uzaklarda işte, dolayısıyla ben eve hapis ve sabahtan akşama çen çen sürekli bir konuşma uğultusuyla yaşıyorum. İlk hafta yapışık yaşadık mecburen, kuzuyu onunla yalnız bırakmak isemediğimden. Onu tanımak için de bol bol konuşmasına ses etmedim. Bu da sandı ki herhalde ben muhabbet insanıyım, bastı gaza. Hayır salak kafam, ağzımı açıp bir şey de diyemiyorum, az buçuk eğitimli, memurluktan emekli, oturaklı filan bir kadın. Şimdi çareyi onları salonda bırakıp çalışma odasına kapanmakta buldum. Sade ben değil annem, temizliğimizi yapan hanım filan da illallah demiş vaziyette. İkinci arabayı alana ve ben işe başlayana dek kurtuluşum yok. Bu da ne zaman olur allah bilir. 

Hiç iç açıcı olmadı bu yazı biliyorum. Aslında içim buradakinden daha karanlık. Daha kuzuya istediğim gibi iyi bir anne olamadığım hisleriye boğuşmamdan, ona hak ettiği herşeyi veremeyeceğimize dair endişelerimden, hayatın alabildiğine tatsız ve bazen çok kısa, bazen de aşırı uzun olduğundan filan söz etmedim. Etmesem daha iyi.

Her şeye rağmen çok şeker bir kuzu bu ya!


17.8.08

uykusuz her gece

2 yıl okul tatili kabilinden 3 aylık yaz tatilimiz güzel lakin uykusuz bir şekilde geçmekte. Ağlatma  işe yaramadı (sinirlerimi laçka etmekten başka), Ferber gelsin de bizim kuzuyu uyutsun. Baby Whisperer diye bir kitap getirtmiştim İngiltereden; uyuyana kadar yanından ayrılmadan, ağlayınca kucağa alıp sakinleşince yatağa bırakma şeklinde özetlenebilecek bir yöntem öneriyor, ilk gün sabah uykusunda 40 dakika denedim, bel kol kalmadı. Gece de 12'ye kadar emzirmeden denedim. Uyumaya uyuyor ama yarım saatte bir uyanıyor. Açlıktan uyanmadığı kesin çünkü dayanamayıp sabaha karşı annemin yanına veriyordum, orada sütten yana  ümidi olmadığından mışıl mışıl uyuyordu; dün gece onda da uyumamış. Devam etsem mi bilemedim. Burada keyfim yerinde, yorulunca annemle babama atıyorum ama eve dönünce ne yapacağım bilmiyorum. Uykusuzken hiç çekilmem ben. 

Onun dışında günler hep aynı telaşla geçiyor, sabah kalk, (o 6 gibi uyanıp dedesiyle gezmeye gidiyor) halin varsa kuzuyla denize git, yoksa azıcık daha uyu, kalk kuzuyu yedir, uyut, koş denize bir yüz çık, kuzunun öğle yemeğini hazırla, uyansın yedir, biraz oynat, bir koşu yüz gel, yine uyut, azıcık popon yer görsün, uyansın hazırla, denize götür, yüzdür, yüz, eve gel, banyosu, akşam yemeği, yatır. Aralarda bol bol emzir, meyvesini hazırla, yoğurdunu mayala, nette çaresizce uyku sitelerini gez. Gece de ha bire kalk. Yine de en azından açık havadayız, deniz var, kilo vermem de cabası.

Dönüş yaklaştıkça bakıcı gerçeği germeye başlıyor beni. Şimdiden hepsinden nefret ediyorum. Hangi bakıcı benim yavruma benim kadar iyi bakabilir sıkıntısı her anne gibi beni de sardı. Yaşını geçince tuvalet şartlanmasına başlamak istiyorum, binbir türlü sağlıklı kurabiye öğrendim, onları yapmak istiyorum. Dünyayı  benden öğrensin istiyorum, hiç tanımadığım bir (o da şanslıysak, yoksa bir sürü) yabancıdan değil. Öte yandan çalışmaya başlamam lazım (tabii önce iş aranacak). Çalışmasam bile sadece çocuk odaklı yaşamak çok zor...

Diye yazmıştım aylar önce, üşengeçlikten, isteksizlikten vs yayınlamamıştım. Bir de insan deniz kenarında yaşayınca, ne bileyim, domates doğrarken başını kaldırıp bugün güneş dalgalara hangi açıyla vurmuş diye durup bir mola verebiliyorsa, kuzu uyuduğunda "ben bi koşu iki kulaç atıp geleyim" diye cümleler kurabiliyorsa, iki tişört, bir şortla ömrünü rahat rahat idame ettirebiliyorsa hayat olduğundan daha hafif, daha gerçeküstü, bir o kadar da yaşanası geliyor insana ve blog yazmak da makyaj yapmak, para hesabı yapmak, o eteğin altına şu pabucu giymek, alışveriş yapmak gibi eylemlerden biri haline geliyor. Dile kolay 4,5 ay gerçek dünyadan uzak yaşadım, saatlerce yüzdüm, kuzuyla oynadım, denize baktım, daldım, kilolarımı selülitlerimi ummana saldım; şimdiyse tam anlamıyla sudan çıkmş balık gibiyim. Gerçek hayat hangisi sahi?

Neyse. Kuzu hala uyumayı reddediyor. Gündemin ana başlığı bu, gözlerimin altındaki mor halkalar, tek basamağa doğru ilerleyen zeka katsayım, sürekli yorgunluk artık dayanılmaz halde. Bir pedegok  son çarem.

Bakıcımız 10 güne başlıyor. Sevmedim tabii ki ama birinden başlamak lazım. Artık benim de normal insanlar gibi yaşamam, semt sınırlarından çıkmam, üstüme başıma ciddi birşeyler almam, topuklularla nasıl yürünür hatırlamam, ne bileyim kuaföre filan gitmem lazım. Asıl iş aramaya başlamam gerek. Hiç içimden gelmiyor aslında, zira  sosyallik de spor gibi bıraktın mı hamlıyorsun, başlamaya üşeniyorsun. Öyle zoruma gidiyor ki şu anda yeni bir ortama girmek, alışmak, sabah kendimi yollara atıp gece enkaz gibi dönmek, kuzumu birkaç saat görebilmek. Ama gerçek hayat bunu emrediyor, öyle değil mi?

Şu ara hayat biraz gri, puslu. Umarım yakında güneş açar.

18.6.08

rapor

6. ayımız bitti ve kendimizi yazlığa attık salimen. Ankara iyice basmıştı gari, yaşasın serin sular, anne yemekleri, en önemlisi kuzuyla ilgilenecek fazladan iki köle!

Caniliğe tam gaz devam. Mehter adımıyla ilerleme kaydediyoruz, çok yürek yakıcı bir şey, bitince yazayım en iyisi.

Günde iki kere yüzebiliyorum, gerisi kuzuyla oynayarak, onu uyutarak (ya da uyutamayarak, ki bu daha fazla zaman alıyor), yedirerek, sabah havuza, akşamüsyü denize sokarak, ama illa ki bir çırpıda geçip gidiyor. 

Bizim kuzu pek boğazlı çıktı, ne versem yiyor (tahtalara vurayım), ben de karman çorman çorbalar yapıyorum ona (bugünküne fesleğen kattım); her türlü meyveye bayılıyor, favorisi yoğurt. Umarım hep böyle gider. Yarın kahvaltıya da başlıyoruz. Eminim onu da sever.

Geleli tek satır okuyamadım. Uykuları düzene girdiğinde başlayacağım. Şimdilik kuzu uyur uyumaz kendimi denize ya da internete atıyorum. Daha 2 ay buradayız nasılsa, biraz kaslarımı çalıştırayım, sonra beynime de sıra gelir elbet.

Hayat tatilde anlayacağın şekerim.

...diye yazmıştım, üzerinden asır geçti.

Kahvaltıya başladık, ekmek, peynir, pekmez, ceviz ve anne sütüyle bir karışım hazırlıyorum, yememek için kendimi zor tutuyorum, kuzu da bayılarak lüpletiyor. Zaten biz ne yesek, ne yapsak çok ilgisini çekiyor, özellikle babamı dakikalarca kıpırdamadan dinliyor (ona göre babasını özlediğinden). Kitap okumaya gelince ise tek derdi sayfaları çiğnemek, ne zaman hikayelerden, resimlerden zevk alacak acaba? 

Her öğlen terasta havuz sefası yapıyor, akşamüstü de denize götürüyorum. Denizde üşüse de gıkını çıkarmıyor, neredeyse yarım saat yüzüp oynuyoruz.

Dişleriyle sıkıntısı çok, elleri, bizim ellerimiz, giysileri, ayakları, eline geçen her şey ağzında, bir çıksa da kurtulsa şekerim, bazen geceleri sırf kaşıtmak için uyanıyor zavallı.

Bin tane oyuncak taşıdım yanımda, hiçbiri umrunda değil. Varsa yoksa kumandalar, gözlükler, tabaklar, kaşıklar, hele de bardaklar! Suluğu sevmiyor, döke saça bardaktan içecek illa ki. Ben de evde ne kadar tahta kaşık, plastik kap var yığıyorum önüne, aşçı olacak benim kuzu herhalde.

Öte yandan uyku işini hala halledemedim, 10 gün oldu ağlamadan uyumuyor hala. Acele  mi ettim bilmiyorum. Gece de saat başı ayaktayım, evvelsi gün istisnasız her kemiğim, eklemim ağrıdı, öylece yattım, bir de çarpıntı tutuyor arada. Bu yaz bu iş hallolmalı, yoksa kışa halim harap.

Sabahı yata kalka zor ettiğimden geceler uzun ama gündüzler öyle çabuk buharlaşıyor ki, nereye gidiyor bu günler hiç anlamıyorum. 


16.6.08

cani anne

Şimdi çok vaktim yok, kuzuyu yarım saat önce zar zor uyuttum, her an yeniden uyanabilir, sonra tekrar emzir, salla, al sana bir yarım saat daha (en az). O yüzden kısaca sorup kaçacağım: Ferber metodunu uygulamaya karar vermiş bulunuyorum, becerebilir miyim orası ayrı. Merak ettiğim şu: metodu gündüz mü yoksa gece uykusunda mı yoksa ikisinde de mi uyguluyoruz? Birinde uygulasak diğerini de kurtarır mı? Saygılar, sevgiler.

5.5.08

başlıksız

Blog'dan çok uzaklaştım bu aralar, aslında hayattan  bütünüyle uzağım. Öte yandan asıl hayatı sürekli kollarımda tutuyorum... amaan ne bileyim çok inişli çıkışlıyım son zamanlarda. Kah mutluluktan havalara uçuyorum kuzum kucağımda diye; kah çok yorgun ve uykusuzum diye, saatlerce uyutmaya çalıştıktan  sonra uyumadı diye, haydi binbir zahmetle uyudu yarım saat sonra uyandı diye, artık hiçbir şey bir daha eskisi gibi olmayacak, artık kaçış yok diye... 2 saat  hüngür hüngür ağlıyorum (dün geceki gibi). 

Yaklaşık bir ay sonra kendimi yazlığa attığım günleri bir görsem daha birşey istemeyeceğim. Beni müthiş eğlenceli günler beklediğinden filan değil (F tipinden yarı açığa transfer gibi birşey), en azından sabah beslenmesinden sonra bizim erkenci kuşu (5, en geç 6'da ayaktayız) annemlere satıp 1-2 saat uyuyabileceğim diye müthiş heyecanlıyım. İnsan çocuk sahibi oluca küçük şeylerden mutlu olmayı öğreniyormuş meğer.

Bu hafta çok yoğun ve stres dolu; yarın annem anjiyo olacak, perşembe bizim kuzu sünnet, sonra yarın Döndü günü=benim ruhen ve bedenen perişan olma günüm (Döndü 3 aydır haftada iki gün -artık bire indirdim- gelip bize yemek yapan komedi bir kız, beni öyle yoruyor ki yazın ben yokken Hanereisine yemek yapacak olmasa hemen vedalaşacağız kendisiyle), kayınvalidem yarın sünet için geliyor, akşamına yemek istediler (ki benim pek umrumda değil, aşı olunca yemek mi yiyoruz da, sünnetin ne farkı var?),  babam bir sebepten onlara kırgın ben gelmem diyor, annem gelebilir mi o haliyle meçhul, gelmezse bizden kimse olmayacak, bir de üstüne oğlan huzursuz olup uyumazsa yandı gülüm ketenhelva.  İşte bir daha eskisi gibi olmayacaklar listesine bir madde daha: iki başına sakin sakin yaşayıp gitmek.

Bu da bizim aşçı yamağı, oturunca pek bir semiz görünüyor nedense :)



Bugün benim doğum günüm, sadece yaşlanmış hissediyorum.

10.3.08

Ben nerde yanlış yaptım ya da 3. ay psikozu

Durum başlıktaki kadar acılı arabesk mi, yoksa ben mi abartıyorum günlük bilmiyorum. Ama 3. ay itibaryla halim gerçekten vahim. Bizim kuşun uyku direnci beni mahvediyor. Bir de bu aralar benim kucağım hariç hiçbir şekilde durmadığından yapışık ikizler şeklinde yaşıyoruz, ve asla göğsümü bırakmıyor, doymuyor... derken telefon çalar ve bizimki uyanır...

Yazmıştım, birkaç gün geçti üzerinden. Ama yukarıdakiler aynen geçerli, durumda bir değişiklik yok. Birazcık özgürlük ve dinlenmiş kemikler için 3. aya çok bel bağlamıştım, hüsran oldu. 

Yine de asıl sıkıntım başka, kafam çok karışık, canım sıkkın anlayacağın. Anlatabilir miyim derdimi bilmem, bir deneyeyim yine de.

Şimdi ben bebek bebek diye yıllarca kendimi yırttım, sonunda uykusuz muykusuz ama en şahanesinden bir tane oldu işte. Ama daha şuncacık zamanda bir melankoli bende, bir bezginlik, bir "bu mudur yani hayat" umutsuzlukları! Nankörlük mü, kadir bilmezlik mi ne dersen de. Ama günler haftalara, aylara öyle hızlı, öyle birbirinin aynısıymışcasına dönüyor ki, şu filmdeki gibi hani, her sabah aynı gün, her akşam aynı gece. Oğluma bayılıyorum, uyutmak için kırk takla atıp uyuyunca uyunsa da sevsem diye dakikaları sayıyorum; ama bazen, o koltukta, günün 7., 8. saatini kucağımda emzirerek ve karşı duvarı seyrederek geçirirken, ya da gün içinde sayısını hatırlamadığım kere altını değiştirip, bitmeyen ağlamalarını yatıştırmak için dakikalarca türlü şaklabanlıklar yaptıkan sonra yorgun ve dağılmış, camdan dışarı dalıp, hayatın bensiz nasıl da heyecanlı telaşlı aktığını düşleyince, ne bileyim aklıma estiği gibi herhangi bir yere, mesela kuaföre, sinemaya, İstanbul'a gidemeyince,  hiç, ama hiçbir şey üretmeyip, kendi yemeğimi bile pişiremeyince, kıyafetlerim bir yana ayakkabılarıma bile sığamayınca, dünyanın her türlü hengamesi gözüme öyle güzel, öyle ulaşılmaz geliyor ki; sanki öncesinde de şahane bir hayatım varmış gibi üstelik. 

Bir de şu bitmek bilmeyen bekleyiş hali. Farkettim ki hep bekliyorum, daha iyi uyuduğu, saat başı göğsüme yapışmadığı, sofraya bizimle oturduğu, ne bileyim işte konuştuğu, beraber kitap okuyacağımız, yüzeceğimiz günleri, dışarıda gidebildiğim mesafenin ve geçirebildiğim vaktin pusetin gittiğinin ve şimdiki emme peryodunun biraz daha fazlası olduğu zamanları... Neden şu andan zevk alamıyorum bir türlü bilmiyorum.  Bizimki biraz... zor demeyeyim de zorlu bir bebek, ondan mı kapadım kendimi içime, dört duvara bilmem, bildiğim en kısa zamanda sıkı bir plana ihtiyacım olduğu. Bu böyle gitmez, giderse ufak ufak küçülüp gidecekmişim, yok olcakmışım gibi geliyor zira. 

...

Hiç anne bloglarındaki gibi bir yazı olmadı değil mi, o mutlu, enerjik, tatminkar, sıkıntı çekseler de her daim sıkı, ne yaptığını bilen, çocuk da yapan, kariyer de, eğlenen de, evde ve dışarıda işini gücünü sürdüren, hayattan kopmayan kadınlarınki gibi değil. Belki de mesele daha öncesinde de bu saydıklarım gibi bir kadın  olmamış olmam, zaten nasıl yapılacağını, nasıl idare edileceğini, neresinden çekiştirmem gerektiğini hiç öğrenememiş olmam, mesele bu herhalde. Öğrenilebilir birşey midir hayatı yaşamayı becermek? Ya da iyi ihtimal daha çok erken buları istemek için, kim bilir?

O kadar da karamsar değilim aslında ama şimdi böyle geldi içimden. Geçer.