26.9.07

babyblue

Ben çok fena tırstım bu çocuk işinden. Neredeyse 7 ay bitecek, manasız bir ruh hali içinde olduğumu biliyorum tabii ama ne yapayım ödüm kopuyor işte. Yok, doğum sancısından, acısından filan değil, sonrasından. Bu koca dünyada dilinden, hiçbir şeyinden en ufak bir şey anlamadığım bir canlıyla ne yapacağım nasıl baş edeceğim diye korkuyorum. Gelişini öğrendiğim günden itibaren cilt cilt kitap devirdim, deviriyorum. Netten bulduğum her satırı okuyorum, hele blogcular çok faydalı oluyor, ama okudukça, öğrendikçe umutsuzluğum artıyor. Hamilelikle ilgili olanlarda bir şey yok, bu süreçte olay daha çok benimle ilgili zaten. Ama sona yaklaştıkça ileride okumaya vaktim olmaz diye 0-1 yaş kitaplarına geçtim ki kabuslarım işte o zaman başladı. Elektronik eşyaların kullanma kılavuzlarının arkasında olası problemler kısmı olur hani, troubleshooting denen, işte o kitaplar safi troubleshooting! Ne çok detay var, ne çok sorun, sıkıntı. Öncelikle sağlıklı doğacak mı tabii. Sonra yemesi ayrı, giyinmesi ayrı, uykusu, hastalığı, gelişmesi, neyle oynayacak, ne dinleyecek, kakasının rengi, banyosunun sıcaklığı ... Bir de halihazırda bebek sahibi olanların kendine güvenli, her şeyi çözmüş, anlamış halleri deli ediyor beni. Bebek ortaya çıkınca insana bir bilgelik mi geliyor akabinde otomatikman anlamadım ki. Nereden biliyorlar örneğin ne kadar emmesi ne kadar uyuması gerektiğini ve nasıl bu kadar eminler? Daha bunlar temel bakım konuları. Büyüdükçe ihtiyaçları da değişecek, kişiliği, tavırları, rutini. Deli oluyorum, sıyıracağım yakında.

Ben böyle dipsiz kuyularda merdivensiz debelenirken Hanereisinde tık yok. Daha lütfedip isim bile düşünmedi. Baba olmayı cüzdan açmaktan ibaret sanıyor sanırım. Ne beni ne bebeği umursadığı var. Sanki karnımda büyüyen şey bize ait bir canlı değil. En ufak bir sevinç, heyecan yok. Bu kadar endişeme bir de ciddi ciddi bu bebeği yalnız büyütme durumunu kuruyorum kafamda. Zira herhangi bir konuya katılmaya hiç niyetli görünmüyor, bari ayağımın altında dolaşmasın.

Bu gerginlikle bebeği de gerdiğim mutsuz ettiğim endişesi de işin bonusu. Ne uyku kaldı, ne huzur. Bu dönemin insanın en sakin, mutlu dönemi olması gerekmez miydi, yoksa o da mı benim hüsnü kuruntum?

Doğum öncesi depresyonu diye bir şey varsa şu ara tam ortasında bulunuyorum.

17.9.07

izin

Sevgili ex-hamileler ve halihazırda koca göbekliler,
süt izninin toplu kullanılması halinde (biliyorum mevzuatta yokmuş ama işverenle anlaşmaya bağlı olarak mümkün olabiliyormuş) izlenecek hesap yöntemini biliyor musunuz?
Bizim işyerinde fazla kadın çalışmadığından bu konuya daha önce kafa yorulduğunu sanmıyorum, o yüzden adamlara akıllarına yatabilecek bir alternatif götürmem gerekecek korkarım.
Şimidi ben şöyle bir hesaplama yaptım:
Bir sıkıntı olmayacağını varsayarak, doğum öncesi 8 haftalık iznin 5'i sonraya atılacağından doğum sonrası 8+5 hafta olmak üzere 13 hafta=91 gün yasal ücretli iznim var. Sonrasında günde 1,5 saatten haftada 7,5 saat=1 tam gün olarak süt izni verilebilirse 1 yıl için 52 gün toplam süt izni olur. Bunun 13 haftaya denk gelen 13 günü zaten kullanılacağından kalan 52-13 =39 hafta için 39 gün izin kalmış olur. Bu durumda doğum sonrası 91+39=130 gün= yaklaşık 18,5 hafta=yaklaşık 4,5 ay gibi bir izin süresi olur.
Bir de malum bu veletler söylenen günde pek gelmiyorlar, eğer bebek hesaplanandan örneğin 2 hafta çönce teşrif etmeye karar verirse ya da doktor öyle uygun görürse doğum öncesi alınacak 3 haftalık iznin (yine bir sorun çıkmadığı varsayılarak) 2 haftası yanıyor mu?
İlgilenenlere şimdiden teşekkürler.

13.9.07

tatil bitti

Arayı soğutunca yazmak da zor oluyor. Halbuki epeyce şey birikti.

Tatile gittim döndüm. Elimi hiçbir işe sürmedim. Ye iç yat yüz şeklinde 3 hafta geçirdim. İlk hafta yeğen kurabiyesiyle beraberdik. 1,5 yaşında ama plajda garsonlara adlarıyla hitap ederek sipariş veriyor, serçeye, martıya kuş demiyor illa serçe ya da martı, ne kadar dolambaçlı yollardan götürürsen götür parkın yolunu bilip seni oraya yönlendiriyor, elini filan bir yere çarptıysa, acıdı öp diyor, en bi ciddi ifadeyle ipod dinliyor. Böyle acaip birşey işte.

Karnım ve geri kalan kısımlarım epeyce büyüdü. Feci iştahım var. Yemekten bir saat sonra şimdi ne yesem diye düşünmeye başlıyorum. Bir de mide yanması geri döndü ki bu da yanmayı bastırmak için daha fazla yemek ihtiyacı duymam anlamına geliyor. Yazı yazlıkta mayo, şort, askılı tişörtlerle atlattık, sonbahar ve kış kötü. Fazla birşey almak istemiyorum. Öte yandan her sabah gardrobun önünde ne giyeceğim diye ecel teri döküyorum. En fenası da ayakabılara girmiyor ayağım. Umarım kalıcı olarak büyümemişlerdir.

Tatilde deli gibi yüzdüm, iyi oldu. Hanereisi de büyük bir süpriz yaparak bir hafta bizimleydi. Ama tembellikten 50cm dibindeki limonata gibi denize 3-4 kere girdi. Tanrım ne olur oğlum babası gibi üşengeç olmasın.

Cumbabamızın seçilmesi herkesi depresyona soktu, daha çıkan yok. Babam sabahın üçlerinde uzun yürüyüşlere başladı. Annem barut fıçısı. Kazayla televizyon açılıp bu konular konuşuldu mu tumturaklı küfürler savruldu evde. Normale ben de öyle olurdum ama bu ara sakinlik mi desem durgunluk mu, işte bir salaklık musallat oldu bana, üzülme, sinirlenme fonksiyonlarım devre dışı kaldı. Hormonlardan sanırım.

Henüz bebeğin ismine karar veremedik. Daha doğrusu benim kısa listem hazır ama babamız veremedi. Daha da doğrusu düşünmeye üşeniyor. Bu son dakikacılık huyu mahvediyor beni. O amaçla götürmemiştim gerçi ama tatilde bitirirsem bitiririm olmadı emekliliğe kalır diye götürdüğüm Yunan mitleri kitabını kardeşle delik deşik ettik, Adonis, Poseidon, Herakles diye dolaştık bir süre. Babam "Kutatgubilig hem öztürkçe hem özgün" diyerek işi iyice sulandırdı. Hanereisi "Necmettin olsun bari, ne güzel" diye dalga geçince, Nurettin, Vahdettin gibi isimler takıp dalga geçmeye başladı millet. Ben de sonunda Şahsettin'de karar kıldım. Bari orijinal olsun. Gazetede vardı, bu Şahsettin denen adam karısıyla, birbirlerinden habersiz aynı kupunu yatırıp lotoyu kazanmışlar; hem isim karizmatik, hem şanslı, daha ne olsun. Geçenlerde "filancalar bebeklerine şu ismi koymuş" dedim, manasız gözlerle bakarak "e daha çocuk doğmadı ki!" dedi bana. Sabır yarabbim.

Gazete deyince, Çölaşan sepetlenince ailece Doğan grubu gazetelerini bıraktık. Birkaç Cumhuriyet girişimimiz oldu ama o da kederimize keder katıp bizi iyice bedbaht edince aman gazeteyi napıcaz moduna girdik. Televizyon zaten neredeyse hiç açılmadı. Eskiden bıraksan 24 saat haberlerin başından kalkmayan babam bile "böyle daha iyiymiş ya, ne gerek var kasmaya" dedi.

Bu arada klasik müzik festivalinden de geri kalmadık. Ben sarkıtıp oturduğum vakit ayaklarım fil ayağı gibi olduğundan gece konserlerine gittik sadece, ama güzeldi. Bir gece Adnan Saygun çalıp beni ölümün eşiğine getirdiler gerçi ama o kadar kusur olacak artık. 45 dakika boyunca horlayan, sıkıntıdan kıpır kıpır yerinde duramayan insanlar parça bitince bir alkış bir kıyamet oldu ki şaşmamak elde değil. Ne anladılar da neyinden zevk aldılar bilmem. Olmuşuz biz demek ki.

Her güzel şey er geç bitiyor, ben de eve döndüm sonunda. 2 gün boyunca Tepikbey (bu da fena isim değil) için alınacaklar listesi yapmakla uğraştım. O ne teferruat allahım. Daha kıyafet hiç yok içinde ama liste padişah fermanı gibi. Pusetlere bakalım diye biraz da meraktan yeni açılan alışveriş merkezine gittik hafta sonu ve ben yine memleketten nefret ettim. Kapalı mekanlarda sigara içmek yasak madem alışveriş merkezlerinde niye serbest anlamıyorum. Yiyecek kısmında yanımda yöremde içilmeyen bir masa bulacağım diye 4 masa değiştirdim. Yine de illa ki birileri gelip burnumun dibinde tüttürdü. Hadi elin kadınını hamile diye takmıyorlar, masada çoluk çocuk oturanlar nasıl bu kadar rahat içiyorlar aklım almıyor. Yarım saat içinde yiyip kalkana kadar boğazım perişan oldu, bebek ne kadar rahatsız oldu bilmiyorum. Bu ülkede yaşamak gerçekten çok zor.

Durum şimdilik budur.