bir akıl bir fikir bir dilek
Bugün gezerken böyle bir bloga rastladım. Blogun sahibi doktorun (ne doktoru olduğunu anlamadım) bir kitabı pdf olarak indirilebiliyor. Fikirleri ve dili fazla basit bulsam da enteresan da gelmedi değil. Temel olarak diyet ve sporla asla kalıcı olarak zayıflanamadığından, zayıflamanın yolunun canımız ne çekerse, yememiz gereken saatlerde değil, sadece midemiz (beynimiz değil) acıktığında ve doyana kadar yemekten geçtiğini anlatıyor. İlk bakışta "böyle kilo mu verilirmiş" diye tepki duyuyor insan tabii ama fena fikir değil aslında. Kendimi düşününce mantıklı bile geliyor. Evlenene kadar çok zayıftım, ama kilomu bilmezdim, aldım mı verdim mi umrumda bile olmazdı, asla yediğimi içtiğimi kısıtlamazdım, hareketliydim ama hiç spor yapmazdım. Annem sayesinde hem sağlıklı beslenirdik hem de ev sürekli pastane gibi olduğundan gözümüz ve midemiz pasta, böreğe doymuş haldeydi. Üniversite sırasında okuldayken çoğu kez öğle yemeği aklıma bile gelmezdi, çünkü acıkmazdım ve hiç kilo problemi yaşamadım. Ne zaman ki evlendim, yemek düzeni şaştı, evde her zaman o kadar fazla çeşit olmadı, bir de evliyim ya kiloma filan artık dikkat etmeliyim moduna girdim gelsin kilolar.
Böyle düşününce eskiden acıkınca ye, neyi istersen doyana kadar ye felsefesini zaten uygulamış olduğumu görüyorum. Doktora göre evde diyette olan biri huzursuzluğunu bulaştırırmış, herkes ona bakarak yediğinden suçluluk duymaya başlarmış, sonuçta tüm ev halkı kilo problemi sahibi olurmuş. Bizim evde kilosundan şikayetçi olan bir tek annem vardı, o da lafta kalırdı zaten, bize de asla "az ye, onu ye bunu yeme, kilo alırsın" filan denmedi, tam tersi biraz daha yememiz için gözümüzün içine bakılırdı; belki de o yüzden kardeşim de ben de ergenliğimizde yiyeceklerle inatlaşmadık. Ama diğer yandan yıllardır hatmettiğimiz kan şekeri, glisemik endeks, karbonhidrat dışarı, salatalık içeri mesajları ne olacak? Ara öğünler, ana öğünler, çok acıkmadan yemek, masadan yarı tok kalkmak vs. çöpe mi gidecek? Doktor belki anlaşılır kılmak için basit yazmış ama onun sözleri de eleştirdiği sloganlardan öteye gidememiş, bilimsel olarak doyurucu birşey, bir ispat bulamıyorsunuz maalesef. Ne yani vücudum akşam yemeğinde bir paket cips üstü çikolatalı pasta istese oturup yiyecek miyim? Kolesterol, şeker oynamaları ne olacak? Sebzeden nefret ediyorsam vitamini, lifi nereden alacağım? Ya da kahvaltı etmeyi sevmiyorsam bunda bir sakınca yok mu? Bilemiyorum, belki kendi haline bırakılırsa vücut doğru yolu buluyordur ve canı otomatikman kendisi için gerekli besinleri istiyordur ama vücudum o kadar akıllı mı emin değilim doğrusu.
***
Hani arada milletin burnuna mikrofonu dayayıp sorarlar ya, "en nefret ettiğiniz şey nedir?" diye; herkes de söz birliği ermişçesine "yalandan nefret ederim" der. Asıl yalan bu. Sevsin sevmesin herkes sık sık ya da arada bir yalan söyler, beyaz, siyah, mor, ama söyler işte. Hem yalan yerine göre iyidir, hayat kurtarır, paçayı kurtarır, günü, anı kurtarır. Bence asıl nefret edilesi şey kendi bildiğinin doğruluğundan emin olmaktır; tam karşılığı yok sanırım Türkçe'de, self righteousness denen şey hani. Dediğim dedik çaldığım düdükçülük desek onda sanki biraz inat var gibi, ama bu self righteous tiplerdeki inatçılık değil, lüzumsuz bir bilmişlik, sen giderken ben dönüyordumculuk, o öyle olmaz böyle olurculuk. Ne tahammül edilmez şey! Yaşlılardaki bir nebze çekiliyor yine, yaşına veriyorsun, bir bildiği vardır belki diyorsun, ama genç insanlarda bence en itici, en sıkıntı verici huy bu. Lafa gelince bilmiş bilmiş herkesin doğrusu kendine derler ama kendilerine ters durumlar karşısında fikir belirtmeseler bile içten içe kaşıntı tutar bunları, dili dursa gözünden, dudağının kıvrımından, kaşının kalkmasından anlaşılır senin fikrini onaylamadıkları, dıştan belli etmemeye çalışsalar da içlerinden büyük harflerle haykırırlar "YANILIYORSUN!" diye. Onların hayat tarzları en doğrusudur, seçimleri en mükemmelidir, kararları en isabetlisidir, en iyi çocuğu, sardunyayı bunlar yetiştirir, eşin de balığın da en iyisini onlar seçer. Bir kere de durup belki onun yaptığı da doğrudur, kendince sebepleri vardır demek akıllarının ucundan geçmez. Hoşgörülü, geniş gönüllü görünmeye çalıştıkça, çabaları sırıtır. İçlerinde bir yargıç elde tokmak sürekli mesai yapar: suçlu! haksız! mantıksız! diye vurur da vurur masaya. Kafalarından akıl taşar gibi görünür ama bir kere yanılıp da bunlara danışan, içini açan kimse ikinci kez akıl fikir filan istemez bunlardan, çünkü bunlarda zaman aşımı kavramı yoktur, ne kadar tozlu olursa olsun anında eski dosyalar raftan iner, kayıtlar gözden geçirilir ve karar verilir, elde zaten yeterli veri mevcuttur, yeni delillere ne gerek vardır. Ağzınla kuş tutsan beraat edemezsin, sabıkan silinmez, hakkındaki hüküm değişmez, ne isen osundur, yaptıkların ve yapacakların da bunun ispatıdır, işte o kadar.
Şişiriyor beni böyle tipler, ama sayıları o kadar fazla ki hangi birinden sakınacaksın?
***
Ne olduğu hiç farketmez, mutlu bir haber istiyorum son günlerde, benimle ilgili olmasa da olur, birinin başına güzel birşey gelsin, beklediğine değsin, biri çok istediği birşeye kavuşsun, uğraştığının karşılığını alsın, başına pat diye harika bir şey geliversin, tam denk gelsin, tesadüfün bu kadarına da pes densin, birinin masalı sonsuza dek mutlu yaşamış diye bitsin... Tabii benim başıma gelse çok süper olurdu ama fark etmez, iyi bir şey olsun da.
1 Comments:
sıkıyosa bu hormonlarla beni zayıflatsın :)
Yorum Gönder
<< Home