16.10.07

bayram seyran

Bayramı da bitirdik günlük; 30. haftaya girdik, geri sayım başladı sanırım. Dün kontrolümüz vardı, herşey yolunda. Doğum konusunda konuştuk biraz, zamanlamasını filan. Doktor o sırada ben fark etmeden tarihten yönteme geçip"Sen yapabileceğini hissediyor musun?" diye sordu bana pat diye? "Nasıl yani?" dedim, "yapamayacağımı hissetsem içeride mi kalacak?" Meğerse normal doğumdan bahsediyormuş. "Senin yerine ben doğuramam, ben sadece ara ara gelip tezahürat yaparım sana, acıyı çekecek olan sensin." gibi birşeyler söyledi, süper destek! Anladığım kadarıyla çok kararlı olmak lazım bu hususta, bakalım şimdilik işin zorluğunu düşünmemeye çalışıyorum, düşünmeyince de zor olur gibi gelmiyor ama dün ilk kez korkmadım desem yalan olur.

Bayram pek bir ağır çekim geçti. Öncelikle en sonunda trüf yaptım. Sağ olsun marifetli blog kadınları. Cuma günü yarım gün olmasını fırsat bilip o trafikte taa Gimat'lara gidip kuvertür, çikolata kağıdı filan aldım. Artık küçük paket bitterleri evin muhtelif dolaplarına saklama ama yine de nasıl beceriyorsa Hanereisi tarafından yarı yolda çikolatasız bırakılma derdim yok. Tevekkeli değil eskiden annesi misafirlerine yaptığı tatlıları, ikram edene kadar para kasasına koyarmış. Gerçi 2.5 kiloluk kütleyi görünce pek bir tezahura yaptı ama feci tehdit ettim, bakalım ne kadar etkili olacak. Trüfleri portakallı-bademli ve kahve likörlü-fındıklı yaptım, muhteşem oldular.

Bayram ziyaretleri de kendiliğinden pek kolay oluverdi. Gideceğimiz birkaç aile büyüğü şehir dışındaydı, kalanlar da tam biz yola çıktığımızda en büyük mercide olunca biz de kapağı oraya atıp uzun uzun oturduk ve herkesi bir seferde aradan çıkarmış olduk. Bu tür ziyaretlerden ziyadesiyle sıkılan Hanereisine de gün doğdu böylece.

Pazar günü biraz temiz hava alıp göl kıyısında yürüyelim diyerek rotayı Abant'a kırdık. Biz evden çıkarken ılık bir sonbahar havası vardı, yol boyu hava kışa döndü. Abant 3-4 derece civarında seyrediyordu ve sürekli yağmur yağdı. Sırtımızdaki incecik merserizelerle arabadan burnumuzu çıkarmak pek mümkün olmadı. Onca yolu göl çevresinde arabayla turlayıp bir yemek yemek için gitmiş olduk. Çıkarken tahta kaşık almak üzere girdiğimiz köylü pazarındansa kendimizi dışarı nasıl atacağımızı şaşırdık resmen. Bir tür kapalı çarşı olmuş orası, 4-5 dükkan var, sahipleri gelen müşterileri her yandan çekiştiriyorlar, bağırıyorlar gel gel diye. Hele kadının teki yapıştı koluma bırakmıyor, illa bir yandan diğer eliyle mıncıklayıp ufaltmakla meşgul olduğu çikolatalardan "gözün kalır ye bak" diye tattıracak bana. Gözüm filan kalmadı ama bir ara karardı gerçekten.

Yollarsa felaket kalabalıktı. İhtiyaç molası için durduğumuz tesiste bizim milletin özellikle kadın kısmının ne kadar umutsuz vaka olduğuna bir kez daha kanaat getirdim. Her ile üniversite açmayı hedefleyeceklerine, allahın günü eğitimde başka sıkıntı yokmuş gibi din eğitimi nasıl olmalı konusunda kafa patlatacaklarına mevcut liseleri de kapatıp temel medeniyet kuralları kurslarına döndürseler daha hayırlı bir iş yaparlar bence. Zira en "aç" oldukları dini bilgiler filan bir yana bu insanlara matematik, dil, felsefe, tarihe filan gelene kadar hijyen, edeple kuyruğa girmek, girdiği kuyrukta tepişmeden beklemek (sanırım ittirince daha çabuk ilerlediğini sanıyorlar sıranın), sıpasına sahip olmak (hakikaten veletlerinden de midem bulandı), kalabalık içinde birbiriyle öküz gibi böğürmeden konuşmak, el kadar havasız tuvalette sigara tüttürmemek, insanların el yıkaması için yapılmış lavabolarda o itiş tepiş arasında kırk kat mantoyu, eteği sıyırıp her yere su sıçratarak abdest almamak filan gibi en basit davranış bilgileri lazım bizim hanımlara. Bu kadınların yetiştirdiği çocuklar da aynı anneleri gibi olacağından beterin beteri bir nesil geliyor derim ben. Kıyafetlerinden çoğunun "dini bütün", kalanının da az buçuk eğitimli olduğu anlaşılan (e park yerindeki arabalardan fakir olmadıkları da rahatça söylenebilir) ama bizi taş devrindeki hemcinslerimizden ayıran en temel hasletlerden yoksun bir kadın sürüsüyle yaklaşık yarım saat tuvalet kuyruğunda bekleyince sıtkı mıtkı her şeyi sıyrılıyor insanın. Erkeklerin vaziyeti de aynı tabii ama kadınların ilkellikleri beni daha çok yaralıyor nedense.

Günler tekdüze, bekleyerek akıp gidiyor yine, biraz hızlanamaz mı ki acaba?

5 Comments:

At 23:13, Blogger Butterfly said...

Normal doğum yapmış birisi olarak, gerek yok o kadar derin bir sancıya, epidural sezeryan ol, hem çocuğun çıkışını gör, hem de sancın olmasın, teknoloji bu kadar gelişmişken ne gerek var normal doğum ile riske etmeye çocuğu? Ben risk diyorum çünkü eğer komplike bir durum gelişirse son anda dopum yolundan ilerleme gerçekleştiğinden sezeryana acil olarak almak da zor bir ihtimal oluyor:) gözün korkmasın tabi:) doğar doğmaz duygularını yaz, o an'ların tadı başka bir şeyde bulunmuyor...
Not: kadınların ilkelliği beni de daima üzmüştür. Sevgiler.

 
At 01:04, Blogger Esra said...

Korkma normal dogumdan. Zor ama o da unutuluyor zamanla. Ama cok korkuyorsan sezeryan da dunyanin sonu degil yani. :-)

O otoban tuvaletlerindeki insan surusunden ben de sikayetciyim Turkiye'de. Senin yazinin altina imzami da atarim.

Sevgiler
Esra

 
At 13:33, Blogger Ilgaz Gürses said...

Yok butterfly, normal derken o kadar da normalini kastetmemiştim zaten :)Zaten canım fazlatatlıdır benim, epiduralsiz kalırım ben herhalde masada. Biraz geç oldu ama ufak ufak yogaya başlamasam iyi olacak sanırım.

 
At 15:29, Blogger Geveze Kalem said...

Hay ağzına sağlık! Ne güzel döktürmüşsün yurdumun ilkel kadın topluluğuna! 'Nedense en çok kadınların bu durumu üzüyor beni,' demişsin ya, doğrusu da bu zaten, bu kadınlar yetiştiriyor yeni nesilleri. Kim ne derse desin babaların ve öğretmenlerin çoook gerilerde etkisi var çocuğun temel eğitiminde.
Ve bu insanlar kendilerini o şekilde abdest aldıklarında temizlenmiş sayıyorlar. Dahası yerleri süpüren uzun uzun elbiseleri, pardesüleri, çarşaflarıyla hiç rahatsız olmadan girip evlerindeki koltuklarına oturuyorlar. Deli oluyorum ya, temizlik imandan gelmiyor muydu?

Her neyse, yaramı kanattın döküldüm ben de.

Benim 30. haftadan sonra hamileliğim geçmek bilmemişti. Ve ne yazık ki o haftaya kadar yapmam gereken her şeyi yapıp bitirmiştim, oyalanacak bir şeyim kalmamıştı. Açıkçası ben normal doğumdan korkanlardanım. Ama aniden hastane yollarına düşmenin büyük bir heyecan ve süpriz olduğuna inanıyorum. Bunun apayrı bir keyfi vardır herhalde. Umarım doğum maceranı bu sayfalarda okuma şansımız olur.
Sevgiler,
Sema.

 
At 17:19, Blogger Ilgaz Gürses said...

Doktorla konuşana kadar pek korkum yoktu aslında "anemin kalemi". Ama galiba sorumluluk almak istemediğinden çok nötr yaklaştı olaya, ondan biraz bocaladım ama yine de normal düşüneceğim sanırım.

 

Yorum Gönder

<< Home