23.10.07

olmak ya da olmamak

İnsanın başına ne gelirse can sıkıntısından geliyor. Odayı hallettik, ıvır zıvırlar da tamam. Aceleciliğimiz ve görgüsüzlüğümüz yüzünden dünya kadar kitap, oyuncak stoku da oluştu. Hamilelik kitapları tarafımdan döne döne hatmedildiği için ve geriye alınacak birkaç tulum bir de bezleri kalınca, kendimi çocuk yetiştirme tekniklerini okumaya verdim ben de. Zira bu ara başka hiçbir tür kitabı kafam almıyor, konsantre olamıyorum. Halbuki otur Ulysses'i, filan hallet, bir daha kim bilir ne zaman fırsat olur.


Neyse, birkaç "soft" sayılabilecek kitap devirip kendimi epeyce "donanmış" addettikten sonra bir çok blog'ta methini okuduğum, internette yazar ve eserini epey tetkik edip Türkiye'de de Türkçe çevirisiyle satıldığını öğrenince bir de bu kitabı deneyeyim dedim.


Yazarın eğitimini anlamadım (okulu yarıda bırakmış), bu ara saçlarım tırnaklarım filan çok iyi durumda ama IQ'm için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Kendisi psikoterapist ve anladığım kadarıyla uzmanlık alanı aile-çocuk terapileri (bildiğim kadarıyla bizde terapist olabilmek için psikolog ya da psikiyatrist olmak şart ama yurtdışında en azından Amerika'da bir takım kurslar alıp sertifikayla bu iş yapılabiliyor.) Kitaba konu olan deneyimlerini Güney Amerika'ya bir elmas arama grubuyla yaptığı, elmas ve kendini bulma amaçlı bir seyehatte tanıdığı bir yerli kabiledeki aile-çocuk ilişkilerini gözleyerek edinmiş. Ailelerin çocuklarıyla ilişkileri, o çocukların batılı akranlarına göre ne kadar huzurlu, mutlu ve sağlıklı büyüdüğü filan (örneğin asla katıla katıla ağlamamaları, "terrible two" denen dönemi yaşamamaları, birbirleriyle ve kardeşleriyle hiç kavga etmememeleri, aileleriyle olan uyumu, saygılı ilişkileri vs.) dikkatini çekince uzun uzun incelemede bulunmuş. Continuum Concept denen (Süreklilik Kavramı diye çevrilmiş) düşünce tarzı ve kitap işte bu gözlemlerin ürünü (burada da bir danışanıyla ilgili ilginç bir deneyim var).


Kavram özetle ve okuduğum kadarıyla son bir-iki bin yıl haricince yüzbinlerce yıldır yapılageldiği üzere doğum anından itibaren çocuğun uyku dahil hiçbir zaman anneyle ya da bakıcısı kimse onunla tensel temasının kesilmemesi (asıl bu ihtiyaç karşılanmazsa -en azından emeklemeye başlayana kadar- anneye aşırı bağımlılık, diğer duygusal travmalar filan görülüyormuş), annenin günlük yaşamına her şartta dahil olması ancak asla ailenin baş ilgi merkezi haline getirilmemesini içeriyor. Yani özel olarak ilgilenmek, şımartmak yok ama sen ne yaparsan görecek, izleyecek, dünyanın hareketini -her anlamda- hissedecek. Bebek anne tarafından sürekli sırtta-göğüste taşınıyor, onunla uyuyor, ne zaman isterse emziriliyor, daima günlük yaşamın içinde yer aldığı için toplumsal kuralları, balta girmemiş bir ortamda yaşadıkları için de doğal şartları bire bir yaşayarak öğreniyor.


Anlatım bu kadar masum değil ama. "Batılı ve modern" tarzda büyütülen bir çocukla yapılan karşılaştırmalar ve örnekler öyle iç burkuyor ki (doğar doğmaz ölçüm-tartım-yıkama-muayene için anneden koparılıp alınması, istediğinde değil saate bağlı olarak emzirildiğinde çektiği yoksunluk duygusu, annesinden ayrı tek başına uyumak zorunda kalması vs) insanın bu "canavarlıklar" karşısında gözü doluyor (ki ben hiç ağlak bir hamile olmadım ama bu kitabı okurken ha bire iç ve burun çektim durdum).


Okurken o gazla "Tanrım bir dakika bile ayrılmam ben bebeğimden" deyip duruyorum ama bir de acımasız (!) gerçekler var tabii. Öncelikle doğumhanede nasıl söyleyeceğim "inandığım süreklilik kavramı uyaranca yıkamayın, muayene etmeyin, hemen verin kucağıma" diye. Sonra "sling" denen bebeklerin sırtta taşındığı kundak gibi bir şey var, yumuşak ana kucağı. Bebek sırtına bağlıyken insan nasıl yemek yapar, çamaşır asar, vs. bilemedim. En beteri de gece ailece aynı yatakta yatmak ki dün gece bir tarttım, 100 küsür kiloluk ve deli gibi yatan ve piyasada mevcut hiçbir yatağı yeterince büyük bulmayan bir baba ve muhtemelen yorgunluktan kendinden geçmiş bir anneyle 0 3-5 kiloluk canlı nasıl zarar görmeden aynı yatakta uyumayı başarır işin içinden çıkamadım, üstelik emniyet için yorgan yastık filan da kullanılmayacak.


Bir yandan bu işin pratikte nasıl çözülebileceğini düşünüyorum bir yandan ipe un serdiğim için kendimi dünyanın en canavar insanı gibi hissediyorum.


Öte yandan "Aman biz büyürken böyle şeyler yoktu da fena mı büyüdük yani?" yaklaşımı hiç bana göre değil, hele de bebek bakımıyla ilgili olarak, hatta duyunca acaip sinirleniyorum zira biz büyürken inek sütünün bebeklere zararı bilinmiyordu, ülserin mikrobik olmadığı sanılıyor, klonlanma diye bir şey hayal bile edilmiyordu; yani şu anda dünya biz büyürken ortada olmayan kavramlar üzerine kurulu. Bu yöntem 1970'lerde ortaya atılmış (çok da yeni değil) ama "yöntem" olark ortaya çıkmadan önce de yüzbinlerce yıl anneler bebeklerine böyle bakmışlar zaten, yani yeni bir şey değil. Ama sanırım etrafımızda uygulamasını pek değil hiç görmediğimizden tuhaf geliyor.


Okuduğum kadarıyla taşıma ve okuma işi hariç her satırına katılıyorum ama bu iki konuda, -okumadan anlamanın imkanı yok- insanı gerçekten kötü hissettiriyor kitap; o kadar özenerek, araştırarak aldığımız yatak ve puset şimdi bebeğe yapacağımız kötülüğün işareti gibi görünüyor gözüme.



Bilmiyorum, en iyisi kitabı bitirip bir kere daha okumak belki.
(Resim bu sayfadan)




5 Comments:

At 00:01, Blogger Geveze Kalem said...

Çok ilginç buldum bu kitabı, edinip okumaya çalışacağım.

Bir kere söylemeliyim ki, 'Nasıl olur, nasıl eder?' gibi soru cümleciklerin, doğumdan sonra yerini, 'Bak işte böyle oluyor, böylesi doğru, ah ben bunu da mı yapacaktım, of allahım sen annelere nasıl bir güç veriyorsun...' gibilerden cümlelere dönüşecek.:)
Kitabı sevme sebeplerimin başında kendi uyguladığım yöntemlerin doğruluğunu anlatması geliyor. Hep söylerim, bebeğin verdiği işaretleri dikkatle takip eden akılcı bir annenin çözümleri ve doğruları tükenmez.
Mesela yanında yatırma meselesi; bana herkes, 'Aman ezersiniz, birçok bebek böyle ölüyor, daha yeni haberlerde duydum...' gibi ipe sapa gelmez şeyler anlatıp durdu, hem de ben ona zarar vermekten en korktuğum zamanlarımı yaşarken. Israrımdan vazgeçmedim ama tedbir aldım. Odamızdaki beşiğini yatağımın dibine yaslayıp, birleşim yerine ince battaniye gibi şeylerle destekleyip yanımda yatırdım. Yani ben ortada yatandım ve kolum daima yukarı doğru kafamın altında saklıydı(olur olmaz bir şekilde kolumu oynatıp onu engellememek için) Zaten en ufak bir sesinde, kıpırdanışında uyanıyorsun, derin uyuduğun söylenemez. Bazen beşiğinde yatarken bile elimi uzatıp elini tutarak uyuyordum, yanında olduğumu hissetsin diye. Sonra 5 aylık olduğunda benim ondan ayrılma vaktimin geldiğine kanaat getirip odasındaki yatağında yatırmaya başladım. Ama hâlâ sabaha karşı uyandığında uykum çok bölünmesin diye alır yanımıza getiririm. Gerçi artık ortamızda uyuyor ve zaten bizi tekmeleyerek yeterince geniş bir alan yaratıyor:))
Taşıma meselesine gelince, çok bebekken omuzuma doğru yatırıp kafamla da kısmen sıkıştırarak (hani telefonu sıkıştırır gibi)iki elimi kullanıp bir şey yıkadığımı falan bilirim. Büyümeye başlayınca tek elle marifetlerimi artırdım:p Ve daha sonrasında çok zorda kaldığımda kangrusuna koyup ev falan süpürmüşlüğüm vardır.
Finlandiyalı bir arkadaşım sadece bağlama yöntemini kullandı. Onların ülkesinde böyle kangru falan pek kullanılmazmış. Belli bir en ve uzunluğa sahip kumaşlar satılıyormuş yazlık ve kışlık olarak. Bunlarla çok çeşitli bağlama şekilleri var, hatta bana internet adreslerini varmişti. Eğer yeniden bulabilirsem sana yazarım.

 
At 11:56, Blogger Ilgaz Gürses said...

Anladığım kadarıyla sen de gelgitler yaşamışsın beraber yatma konusunda ve insan her yöntemi kendine uyarlayabiliyor demek ki. "Sling" denen kumaşlardan burada gördüm. Alıp deneyeceğim sanırım. Rahat edersem ne ala etmezsem bulurum bir çaresini. Yatma ve taşıma bir yana kitaptaki diğer konulara katılıyorum. Zaten benim çevremde ağlayınca şımarmasın diye çocuğunu kucağına almayan, istediğinde beslemeyen yok, galiba bu "zalim" yaklaşım bir ara, ya da hala bilmiyorum, Avrupa ve Amerika'da uygulanan bir moda. O yüzden benim için de kendi fikirlerimin sağlaması oldu gerçekten.

 
At 11:57, Blogger Öykücü said...

Bebeğin yatağının annenin yatağına arada hiç bir parmaklık vs olmadan konulduğu bir yatak görmüştüm.O durumda hem senin yanında yatmış oluyor hem kendi yatağında.

Bebebğin yatağı daha yukarda ya da aşağıda falan da değil.Aynı hizada.Senin yataktan çıkan bir çıkıntı gibi düşün.

Yastık üzerine kouyp da aranıza ya da senin yanına da yatabilir belki.

Slingi Türkiyede bir yerde mi gördün?Sling bana süper geliyor.

Sevgiler.

 
At 12:01, Blogger Tijen said...

Sağlıcakla gelsin bebecik, el yordamıyla her şeyi öğreneceksiniz. İnsan yaşadıkça öğrenmiyor mu pek çok şeyi? Öyle anlar gelir ki, annelerden öğrenilenler kitaplarda yazılanlardan daha etkili olur.

 
At 15:44, Blogger Ilgaz Gürses said...

Yatağını almıştık öykücü ama belki park yatağı şilteyle yükselterek böyle bir çözüm yaratabiliriz. Sonra da sabaha karşı yanımıza alırız. Slingi Ankara'da Premaman'da görmüştüm.
Sağol Tijen ve haklısın. İçgüdülerimin sesine kulak vereceğim ben de, anneleri de yabana atmamak lazım tabii.

 

Yorum Gönder

<< Home