bıdır bıdır
Son yazıdan beri bir ay geçmiş, inanamadım. Nereye gidiyor bu günler haftalar böyle çaktırmadan aklım ermiyor.
Son bir ayın en mühim olayı kurabiyemin 1. doğum gününe gitmekti tartışmasız. Kocaman adam oldu benim minik kuzum. O yaştaki her kuzu gibi acı verecek denli tatlı, sevimli. 2 gün görmek kesmedi doğal olarak, fotoğraflarıyla konuşuyorum hergün. Neredeyse 3 aydır görmüyordum, yabancılar sanıyordum ama pis bir capon numarasıyla en neşeli olduğu anda yani sabahın köründe, uyanıp yatağında bağdaş kurup "beni alın da oynayalım" kıkırdamalarını duyar duymaz koynuma alınca hatırlamak hatırlamamak sorunu olmadı. Zaten erkeklere ne kadar gıcıksa kadınlara o kadar sıcak benim minik çapkınım. Çok uzatmak istemiyorum, özledim ben sıpamı.
Bu ay işte epeyce yoğundum. Hanereisinin vatana dönüşü (her zamanki gibi) gecikince onun yapması gereken iş görüşmeleri bana kaldı. Her ne kadar önceden idari elemanlarla bir parça mülakat tecrübem olduysa da teknik personel üzerinde ve tek gürüşmeci olarak bir denemem olmamıştı, haliyle biraz gerildim. Neyse kazasız belasız atlattım, 20 küsur kişiden sonra tecrübeli bile sayılırım artık. Elbette yine enteresan tipler eksik değildi; matbu formda sadece "şantiyede çalışmayı engelleyici sağlık sorununuz var mı?" diye sorulduğu halde bilimum kan, idrar tahlillerine, gittiği diyetisyenin raporuna kadar getirenler, bir de bunları detaylı şekilde bana anlatmaya kalkanlar mi istersin (testosteron kısmına gelince fenalık geçirip bu kadarı yeter dedim de babasının iş yaşamına geçti allahtan); artık bekar olduğumu mu sandı, işle ilgili anlayamadığım bir sebepten mi bilmem, ısrarla kendisini görüşmeye arabasıyla bırakan arkadaşıyla beni tanıştırmaya çalışan mı; Allahın unuttuğu ülkenin en ücra topraklarındaki şantiyenin yakınında yüzme havuzu olup olmadığını soran mı; beni kadın ve tahmininden genç bulup "bilseydim görüşmeye gelmezdim" diyen mi (ben yine de aldım kendisini işe, pis şoven nolucak); renkliydi vesselam. Ukalası, pis kokanı (resmen burnumun direği kırıldı), buram buram aftershave kokanı (bu da aynı etkiyi yarattı elbette), iki lafı bir araya getirip derdini anlatamayanı, merak ettiğini soramayanı, hepsi vardı işte. Neyse bu da bitti, sen sağ ben selamet.
Bugünlerde radyolarda sürekli Pink Martini konseri anonsları yapılıyor, hanereisi de son seyahatinden önce bunu duyup "sen seviyorsun bunları, bilet al da gidelim, nasılsa o gün dönmüş olacağım " dedi. Her ne kadar "bu danslı bir gösteri, yani oturup dinlenmiyor, ayakta takılacağız, hatta dans etmek zorunda kalabiliriz" desem de yılmadı kendisi, ben de ikiletmedim tabii ki. Bilete dünyanın parasını bayıldıktan 1 saat sonra tahmininden 2 gün sonra döneceğini söyledi bizimki. Ben şimdi Pink Martini'yle dans edecek kimi bulup da gideceğim konsere? Off ya!
Dory çarşı maceralarını anlatmış yazısında. Aynı hayal kırıklığını ben de yaşıyorum bu sezon. Herşey ya çok dar, ya çok kat kat, ya çok çocuksu, ufak tefek kız çocuğu bedenine ve zevkine göre. Kart zamparalara gün doğdu, bu sezon lolitalar her yerde. Bedenlerde de bir tuhaflık var, kendi bedenimde kıyafetlerin içine asla giremiyorum, daha büyükleri zaten yok. Boru paça 501 tarzı bir kot pantolon bulamadım mesela hiçbir yerde. Giysilerin kusurları kamufle etmek gibi bir misyonu kalmamış, artık maksat herşeyin altını çizmek. Zayıf olmak yetmiyor, vücudun kusursuz değilse hiçbir şey uymuyor, iyi durmuyor. Ben de o gazla ve de hanereisinin burada olmamasını fırsat bilerek spora verdim kendimi, allahtan o kadar azimli değilim, bu rüzgarın dineceğini, kendimi sonsuza dek böyle cendereye sokamayacağımı biliyorum. Bir de salondaki manken fizikliler sinir ediyor beni. Dün birini nasıl süzdüysem artık kız rahatsız oldu resmen. Ama bir gram fazlalık yoktu hatunda, bu fizikle niye geliyorlar salona bilmem ki!
Sevgililer günü geçeli çok oldu ama buraya uğradığım bozgunu kaydetmeden edemeyeceğim. Şubat başından beri her allahın günü giydirdim o günün gereksizliğine, gereksiz tüketimden başka bir işe yaramadığına, kırmızı ve kalp görünce kusma duygumu engelleyemediğime dair, yemin ediyorum samimiydim de. Hanereisiyle "beni şu kadarcık mı seviyosun, bu kadarcık mı" minvalli reklamı görüp "şu gün geçse de rahat etse zavallı erkekler" diye konuşuyorduk aramızda. Neyse efendim, o gün öğlen hanereisinin dışarıda işi vardı, beni arayıp, "akşama planımız var mı?" diye sordu. Ben de "tabii ki yok, evde oturup film seyrederiz" dedim (sevgililer gününü romantik bulmuyorum demek romantik komedi, romantik dram, romantik romantik film sevmiyorum demek değil tabii ki). O da "en güzeli, benim de halim yok dışarı çıkmaya" deyip kapattı. Akşam televizyonda günün anlam ve önemine uygun diye yayınlanan bir filmi seyrederken ve de bol miktarda dalga geçerken pat diye "sen bana hediye aldın mı?" diye sordu, ben de "yoo ne alıcam, biliyosun ben karşıyım bu güne" dedim. On dakika geçmeden içeri gidip bir paket getirdi, kucağıma koydu. Şaşkınlıktan ölüyordum. Ofsayta düştüğüme mi yanayım, söylediğim onca lafı nasıl yutacağımı mı düşüneyim, her sene yaptığı gibi o sabah da arayıp sevgililer günümü kutlayan ve karşılığında işin cılkını iyice çıkardığı yolunda tepkimi alan anneme maalesef gereksiz derecede pahalı bu hediyeyi nasıl anlatacağımı mı kurayım, bilemedim.
Günün yemeği: Etli pazı dolması
Kız ismi: Ezik
Oğlan ismi: Mahçup
Günün sözü: Büyük lokma ye büyük laf konuşma.
0 Comments:
Yorum Gönder
<< Home